14 Ekim 2010 Perşembe

Başbaşa

Bugün Begüm kuzuyla bir ilke daha imza atacağız. İlk kez doktora birlikte, yalnız gideceğiz. (Daha önce yalnız, kısa bir araba yolculuğu yapmıştık. Ama hemen babamızla buluşmuştuk. Başbaşa gezinmemiştik hiç.) Sonrasında da hanımefendi ve de hava müsade ederse Antalya sokaklarında gezinmeyi planlıyorum. Bakalım, kısmet. Bebekle gezinme işleri kısmete bağlı geliyor bana artık, nedense???....  :)

12 Ekim 2010 Salı

'Büyümek' Meselesi

İlk dişleri Begüm!ün ağzında görünce acayip heyecanlanmıştım. Gün boyunca aklıma geldikçe, bir şekilde ağzını açtırıp bakmaya çalışıyordum. İşte olan babayı arayıp, onu da heyecanlandırıp meraklandırmak için elimden geleni yapıyordum: Beli aralıklarla arayıp sürprizi hatırlatıyordum, sürprizin ne olduğu çözememesini sağlayacak ipuçlar veriyordum...
Ama itiraf ediyorum, bu diş çıkarma olayına çok bozuldum. Diş çıkarması büyümesi demek. Hem de bir anda, pat diye, 'Ben büyüyorum.' demek.
Çok bozuldum.
Her gün, yavaş yavaş, çaktırmadan biraz daha büyüyor. Ama dişler insanın gözüne sokuyor kuzunun büyüdüğünü.
Bazen hayal kuruyorum ben de: Yürüsün, konuşsun, anne-baba desin, resimler yapsın, buzdolabına asalım, duvarları koltukları boyasın, kızalım... Ama sanki daha çoook varmış o zamanlara gibi geliyordu. Hep böyle minik kalacak, kucaklayacağım, rahat rahat öpüp sarılacağım, kaçmayacak kucağımdan gibi geliyordu. Öyle değilmiş işte. Nasıl altı ay göz açıp kapayana kadar geçtiyse, o günler de çabucak gelecek...
Her yaşının, her ayın, her anın ayrı güzelliği var. En iyisi hepsinin tadını çıkarmak, dolu dolu yaşamak.

10 Ekim 2010 Pazar

Güzel Bir Gün

Tembel oldum vallahi. On gün olmuş. İçimden geçiyor yazmak ama bilgisayar başına oturup da yazmaya çok üşeniyorum. Ama kafamın içinde şunu da yazayım bunu da yazayım diye dönüp duruyor taslaklar. Bir yere kaydetmeyince yarısı uçup gitmiş olabilir tabi.
Dün biraz alışveriş yaptık. Begüm doğduğundan beri kıyafet konusunda yüzü gülmeyen ben, mutlu mesut bir şekilde eve döndüm.
Önce Begüm'e alışveriş yaptık. Kış için hazırlık yaptık biraz. Uzun kollu body, tayt, çorap falan filan aldık. Malum kuzunun gardıropu her mevsim baştan döşeniyor. Bir de mont lazım kuzuya. Gitik mont reyonuna. En üst, en sağ askıda bir tanecik kıpkırmızı bir mont. Eşim de ben de ilk onu görmüşüz. Hemen el attık, bedenine baktık. Yüzümüz asıldı. Bizimkine iki beden büyük. Hadi bütün kış giysin diye bir beden büyük alalım dedik, yine büyük. Kuzuyu aldık kucağımıza, giydirdik montu, içinde kayboldu. Bir tanecik kalmış askıda, belki depoda vardır diye bir umut reyon görevlisine sorduk, 'Yok!' dedi. yıkıldık. Daha doğrusu ben yıkıldım. Hani bir şey görürsün -elbise, etek, pantolon-, çok hoşuna gider, bayılırsın, almazsan günlerce aklından çıkmaz... öyle bir mont işte. Alınacak, kafaya koyduk.Kasadan soracağız: -Eskişehir'de var mı? Varsa anneme telefon... Ama yok, Eskişehir'de de yok. -Peki İzmir'de var mı? Varsa kardeşe telefon... İzmir'de de yok. Ama ama bir saniye. Antaya'da var. Meğer depoda varmış bir tane, tam istediğimiz beden. Hemen kaptık aldık tabi. Benim ağız kulaklarda tabi. Görevlinin depodan geliş sahnesi hala aklımda :)
Begümkuş'un alışverişini bitirdikten sonra benim alışveriş seansım başladı. 'Ver elini Zara' yaptık. Zara'da 40 bedene anca sığabilmiş olsam da kabine aldığım altı parçanın üçüyle kasaya ilerlemek benim için büyük bir mutluluk. Zira Begüm doğduğundan beri kabine 6-7 parçayla girip, bir parçayla çıkıyorum, o da şanslıysam. İki adet pantolon -ne zamandır o tarz bir şey arıyordum- bir adet bluz, kısa günün karı. Aslında biraz daha alışveriş yapabilirdim ama 4 saattir kapalı mekanda olunca ailecek daraldık, attık kendimizi dışarıya.






Bir de bozulan blenderımın yerine yenisini aldım. İnternetteki yorumlara göre güzel bir alet. Çalışırken sesi az çıkıyormuş. İki kabı olması avantaj, ama küçük olan gerçekten küçük. Bütün parçalarını hemen denemek istiyorum aslında ama önce üzerime yapışan üşengeçliğimden kurtulmam lazım.




Bunların dışında boğazımıza da harcadık tabiki. Ekmek almak için girdiğimiz fırından kurabiyeler, profiteroller, kazandipleri, böreklerle çıktık. Bir yandan 'O da olsun, bu da olsun.' derken, bir yandan da 'Hem hiçbir kıyafeti yakıştıramıyorsun üstüne, hem de hominigırtlak götürüyorsun tatlıları. Müstahak sana!' diye içimden söyleniyorum. Ama hepsini aynı anda yemiyorum ki, kontrollü yiyorum. Hem ben emziriyorum. Oooh yiyim de süt olsun. :)