22 Aralık 2011 Perşembe

Ben Çok Güldüm, Siz de Gülün İstedim

Az önce keşfettiğim Bengi Özkan'ın blogundan alıntıdır. 


Erkek, 28, İstanbul

Muhteşem güzellikteki pazarlama müdiresiyle iş için şehir dışındayız.Akşam otelde yemeğimizi yedik, "Hadi çıkıp gezelim biraz." dedi.
Çıktık, kapının önünde "El ele gidelim mi?" dedi, heyecanlandım, "Olur tabi ki" dedim ve elimi uzattım. Güldü "Şu ilerideki mağazadan bahsediyorum adı "L&L" dedi. Rezil oldum rezil. İngilizce isim koymayın şu dükkanlara yahu.


Erkek, 30, Ankara

Cenaze namazına başlamak üzereyken, imamın "Saf olalım" anonsuyla bana dönüp gözlerini pörtleterek saf taklidi yapan saygıdeğer kardeşim, Allah cezanı verecek!



Erkek 52, Ankara

Bölük komutanının yanına koşarak gelip çakı gibi bir selam verdikten sonra heyecanla "Beni arzu etmişsiniz komutanım" diyen ve yüzbaşının "Seni ne arzu edecem lan!" kükremesiyle magma yollarına düşen Mehmetçik için kocaman bir alkış lütfen...


Kadın, 31, İzmir

Kocamın evlilik yıldönümümüzde telefonuma bıraktığı sesli mesaj:
"Sinyal sesinden sonra mesaj bırakın diyor. Ses bir-ki, deneme... Şaka yaptım. He he he... Neyse... Güzel karıcığım, tanışma yıldönümümüzü unuttum diye bana kırgınsın biliyorum. Bak evlilik yıldönümümüzü unutmadım, sabahın köründe sen uyurken telefonuna mesaj bırakıyorum.
Sen ne şanslı kadınsın; benim gibi bir adamla evlisin. Annen seni Kadir gecesi doğurmuş sanırım. Benimle evlendiğin için seni tebrik eder, başarılarının devamını dilerim."

Kadın, 32, İstanbul
Karısına küsünce sofraya oturmayan, aynı zamanda çok iştahlı bir dayım var. Yine gün içerisinde yaşanmış bir tartışma olduğu suratlarından belli olan bu çiftin evinde yemekteyiz. Dayım o kadar kırgın ki sofraya oturmuyor. Yengem yemekleri koymaya başlıyor, oldukça sinirli ama yine de dayımın oturması gereken yerdeki tabağa bir miktar yemek koyuyor. Ardından dayımın gergin havayı bozan cümlesi geliyor: "Onu kime koyduysanız, o az!"


Kadın, 29, Konya

Kilolu bir kadınım, e haliyle sık sık diyete, rejime başlıyorum. Yine böyle rejim kararı aldığım bir gece, yatak odamdaki tuvalet aynama sabah uyanınca göreyim ve uygulayayım diye rujla "Yağ, tuz, şeker yok!" yazdım. Sabah uyandığımda benim notumun altında kocamın bıraktığı notu gördüm ve gülmekten rejimi bile unuttum. "E daha dün aldım ya!"


Erkek, 43, Muğla
Aydın-İzmir otoyolunda hız limitini aştığım için gişe çıkışında ceza yiyorum. Memur makbuzu keserken telsizden bir anons geliyor:''Kırmızı motosikleti alın, kırmızı motosikleti alın, o ne yaa hız 312 kilometreee...'' Kırmızı motosiklet geliyor, durduruyorlar. Memur soruyor. ''Ya hakikatten bu 312 yapıyor mu?'' Delikanlı:''Evet memur bey, Hayabusa bu, daha fazla da yapıyor!'' Memur:''Göster bakayım lan!'' diyerek yedek kaskı giyiyor ve yola çıkıyorlar. Merakla gelmelerini bekliyoruz. Bir süre sonra geliyorlar. Polis: ''Ya 10 dakikada Torbalı kavşağına gidip geldik haa,vay bee...'' diyor, çocuğu öpüp, ''Sana ceza yok lan zibidi, yavaş git bundan sonra haa!'' deyip gönderiyor. Biz de arkasından alkışlıyoruz zibidiyi!

Erkek, 32,İstanbul

Karımın ailesi ile taksideyiz. Hepsi şoföre "Şuradan gidin, buradan gidin..." diye yolu tarif etmeye çalışıyor. Ancak hemen her sokakta çalışma veya kazı olduğundan bir türlü yolu doğrultamıyoruz. Şoför de, karımın ailesi de iyice bunalmış. Ben bir ara boşluk buldum ve "Niye şoföre X yerine gideceğiz demiyorsunuz?" dedim. Şoför ani bir frenle arabayı durdurdu ve "Siz sabahtan beri X yerine mi gitmeye çalışıyorsunuz?" dedi. "Evet" cevabını alınca da, "Allah sizi nasıl biliyorsa öyle yapsın" dedi. Sonra bana dönüp ağzımın kulaklarıma vardıran sözü söyledi: "Sen damatsın değil mi? Bu aileden olmadığın belli oluyor." İnip alnından öpmemek için kendimi zor tutmuştum...

Erkek, 32, Yurtdışı

Sevdiğim kadını aracıyla takip ediyorum, Zekeriyaköy orman yolunda sanırım şüphelenip aracı sağa yanaştırıp bekliyor. 100 mt. kadar gerisindeyim. O bekliyor, ben bekliyorum, o bekliyor, ben bekliyorum,... Derken cebime bir mesaj geliyor : "Arkamdaki sen misin?" Salak kafam cevap veriyor: "Saçmalama! Ne işim var orman yolunda..."

20 Aralık 2011 Salı

Begüm'den...

Bu aralar evde komik diyaloglar oluyor. Tabi ki ana kahramanımız Begüm!

Sabah. Babası işe gidecek, Begüm de arkasında dolanıyor. 'Popo, kah-kah! ' diye de sesi geliyor. Aslında 'Popomu kaşı' demek istiyor. Baba: 'Kakan mı geldi kızım. Tamam, gel.'diyerek Begüm' banyoya getiriyor.(Lazımlığı orada çünkü.) Banyoda oyalanan ben de kızı soyup soğana çevirmesin diye olaya müdahale ediyorum, Begüm'ün tercümanlığını yapıyorum. Babadan gelen cevap: 'Haa, öyle mi!! Ben de çocuk kendi kendine tuvaletini söylemeyi öğrendi diye sevinmiştim.'
-------------------------------------------------------------------------------------------------------

Arabadayız. Begüm'ün yanında eşimin kuzeni var. Begüm bir şeyler istiyor. Vermemesi gereken bir şey olduğu için ablası vermiyor. Begüm baya bir ısrardan sonra alamayacağını anlıyor ve: 'Aman yaaa!!'' Biz: '!!???'

-------------------------------------------------------------------------------------------------------

Bir mağazadayız. Ben birşeyler bakıyorum, Begüm'e de ablası eşlik ediyor. Begüm benim peşimde dolanmaya çalışıyor. Ben yan tarafa geçmek için insanlardan izin istedim.Yan tarafa geçtim, oradakilere bakıyorum. Yandan bir ses 'Paydon, paydon.' ve Begüm yanımda.

--------------------------------------------------------------------------------------------------------

Misafirlikteyiz. Begüm sehpanın üzerindeki ahizeli telefonla oynamaya çalışıyor.
Ben: 'Hayır annecim, Oynama onunla.'
Begüm: 'Nedeen?'
Ben: ??!!!! (Neden kelimesini çok mu kullanıyorum acaba diye düşünmeye başladım.)

12 Aralık 2011 Pazartesi

Kestim, Beklemedeyim...

Begüm'ün saçını kestim bugün.
Evet, tarih sayfalarına yazılsın.
Vatana, millete hayırlı olsun!
Tepeden uzamış beş tel, ve arkadan uzamış on tel saçı kestim. Birazcık...
Şimdi saçının daha hızlı uzamasını bekliyorum.
Bir nevi deneysel bir olay benim için bu durum. Eğer daha hızlı uzarsa her yerden eşit oranda kesmeyi ya da kestirmeyi düşünüyorum. Zira, el kadar bebeklerin bile kızımdan daha uzun saçının olduğunu görmek beni deli ediyor.

7 Aralık 2011 Çarşamba

Bu Çocuklar Adamı Öldürür...

Küçük kızım büyüyor. Hem de gözümün içine soka soka..
Baya oldu sanırım. Begüm'ü parka götüreceğim. Üzerini değiştirmesi için ikna etmeye çalışıyorum.(Dışarı çıkarken ev kıyafetleriyle gitmek gibi bir ısrarı oluyor çoğu zaman. Sanırım acelecilikten :) ) Çekmeceyi açtım, kıyafet seçiyorum. Begüm de geldi yanıma. Taytının birine el attı. 'Buu, inne'. Ne demeye çalıştığını anlamadım başta. Tekrar ettirdim, tekrar ettirdim. Sonra jeton düştü: 'Bu ince!'  Daha önceden dışarı çıkarken tayt giymek istemişti. Ben de 'Hayır, o ince. Üşürsün.' demiştim. Şimdi o bana söylüyor. :)




********************

Geçen hafta çarşıya çıktık. Bir şeyler alacağım, fiyatını sordum. 'Bu ne kadar?' Arkamdan Begüm aynı şeyi göstererek 'Buu ne kaddayy?' Tezgahtarlar kotu tabi. İki gün önce zaman geçirmek için bir ayakkabı mağazasına girdim. Daha ben ağzımı açmadan, ayakkabıya bile bakmadan, gitti bir ayakkabıyı aline aldı, bağıra bağıra 'Buu ne kaddayy?'. Cevap gelmeyince bir kaç kez daha tekrarladı. Tezgahtarlardan ilgi göremeyince ben müdahale ettim. (Tezgahtarlara da söyledim içimden bir şeyler de neyse.. ) 





********************

Ben de bu aralar artan fotoğraf merakımı gidermeye çalışıyorum. O sebeple blogu falan gözüm görmüyor. :) Ama hala aklımdasın sevgili blog, sensiz olmaz. Ama yanına arkadaş gelebilir bir tane yakın zamanda. :)

22 Kasım 2011 Salı

İşte Geldim Buradayım...

Evet, hala buradayım. Uzun sessizliğin sebebi bayram ve uzattığımız tatil. Eskişehir'deydik. Yedik, içtik, soğuk olmasına rağmen gezdik. Sayıyla belirttiğimde uzun bir süre olmasına rağmen zaman çabucak geçiverdi. bir baktık dönüş günü gelmiş. Her zaman pazar dönerdik. Bu sefer benim işlerim nedeniyle perşembe dönmek zorunda kaldık. Bu sebeple günler de birbirine girdi. Çarşamba oldu cuma, perşembe oldu pazar.
Ve evimizdeyiz...
Koşturmacaların ardından ancak oturabildim bilgisayarın başına. Sanırım yazmayı da unutmuşum. :)
Neyse diğer postlar daha uzun olur umarım. :)
Biraz da resim ekleyip durumu kurtaralım :)

 Bu yukarıdaki resimde ne yapıyordu hatırlamıyorum, şimdi de bir anlam veremedim. Kaloriferin üzerinde dışarıya bakıyordu.



 Yedi cücelerin huysuz olanı. Bu fotoğrafı çekene kadar göbeğim çatladı. Sadece bereyle bir fotoğraf istiyordum. Ama hanım kızımız istemeyince böyle bir fotoğraf çıktı ortaya.





13 Ekim 2011 Perşembe

Gülümseten Şeyler

Bir buçuk yaşında, bebeklikten çocukluğa geçmeye çalışan bir insan yavrusuyla yaşamak çok eğlenceli. Evet, zaman zaman sinirlendiriyor, çileden çıkarıyor, delirtiyor, ne yapacağımı bilemez hale getiriyor beni, ama bunları görmezden gelirsek onunla hayat çok eğlenceli. Hatta sinirlendirirken güldürmeyi de başarabiliyor bu varlıklar. Yeni bir şeyleri keşfederken onu izlemek, koştururken paytak adımlarının arkasından bakmak, yarım yamalak söylediği kelimeleri anlamak, cümlelerini dinlemek... Hangi ruh halinde olursam olayım yüzüme bir gülümseme yerleşmesine yetiyor.

Geçenlerde uyutmaya çalışıyorum. O da uyumamak için bin bir takla atıyor. Bir kaç kez yediği 'Bak benim de çok uykum geldi, ben de yatıyorum buraya.' numarasını denedim ve yatağının yanına, yere yattım. Ama yemedi. Bir yandan bebeğiyle oynadı, bir yandan 'Anni, anni' diyerek ayağa kalktı. Sonra da bebeği aşağı attı. Arkasından baktı. Ağzından şu cümle döküldü: 'Bebek- nerde?' Bu kadar düzgün kullandı kelimeleri. Belki bütün harfleri doğru değildi ama çok yakındı. Şaşırdım bu kadar düzgün çıkmasına. Bu arada uzun bir süredir her istediğini cümle şeklinde söylüyor. Önceden sadece 'Duu' diyerek belirtirdi su isteğini, şimdi 'Duu içç' şeklinde belirtiyor.





Üniversiteden arkadaşlarımdan hediye, uçak şeklinde bir müzik kutum var. Bir kaç kez çalmıştım Begüm'e hoşuna gitmişti. Geçen hafta grip olduğunda ben onun burnunu silerken, o da uçağın burnunu sildi. Daha doğrusu pervanesini. Ben sil falan demedim, tamamen kendisi yaptı, içinden geldi. Çok güldüm görünce.


Bazen ne dediğini anlamıyorum. 'Elmer ve Renkler' kitabını okuduk. Resimlerine baktık. Sonra kitabı aldı. 'Önü? Önü?' demeye başladı. bir yandan da kitabın sayfalarını açmaya çalışıyor. Ben anlamadım, 'Önü'nün ön olduğunu bile anlamadım. Ne demek istediğini anlamaya çalışıyorum. Sonra aradığı sayfayı buldu. 'Geliyorum Elmer  önümden çekil.' sayfasıymış. 'Haaa..' dedim kaldım. Gülümsedim yine...



Olmadık yerde gülümsetiveriyorlar insanı. Bu küçük insanlardan her eve lazım... :)

8 Ekim 2011 Cumartesi

Bir Cumartesi de Böyle Geçti

Dün gece yine ve yine Begüm nöbetindeydim. İki saat -belki daha fazla- uyusun diye uğraştım. Yattığımda saat 7:30'du. Sabah da erkenden hortladı, her zamanki gibi. Ben dayanamıyorum o nasıl dayanıyor anlamıyorum. Kayıp giden düzenimizi geri getirsem iyi olacak galiba. O zaman da uğraşıyordum uyusun diye ama daha mutlu daha huzurluydum. Ne zaman yatacak, ne zaman kalkacak tahmin edebiliyordum en azından.
Bir süredir hep aynı uyku muhabbetini yapıyorum farkındayım ama en büyük derdim bu, mazur görün.
Begüm'ü babaanneye gönderdim biraz uyurum diye ama nafile. Döndüm durdum bir saniye uyuyamadım. Ben de kalktım, 'Aklımdaki işleri halledeyim bari.' dedim. Önce evi sildim, süpürdüm, pakladım. Sonra ne zamandır aklımda olan ama el atamadığım buzdolabına el attım. Uzun zamandır bekleyen erikleri, elmaları ve içi geçmiş kararmaya yüz tutmuş muzları değerlendireyim dedim. Eriklerden reçel, elmalardan turta, muzlardan da kek yapmaya karar vermiştim zaten önceden. Tarifleri açtım. Eriklerden başlayayım dedim ama erikler sizlere ömür. Çok da merak ediyordum erik reçelini. İçimde kaldı. Artık pazardan alıp yapacağım haftaya. Ben de elmalı turtaya geçtim. Bir güzel karıştırdım malzemeleri. Sıra geldi una. Un da üst dolapta. O dolap da üşengeçliğimden sıkış tepiş. Elimi attım una, çektimm ve olan oldu. Unun altındaki tuz paketi cumburlop benim hamur lmaya ramak kalmış karışımımın içine. Sadece düşmüş olsa iyi. Çarpmanın etkisiyle bir de patladı, bir miktar tuz da karışın içine karışıverdi. Ben yıkıldım tabi. Neyse döküp baştan başladım. Bu sefer kazasız belasız atlattım. Muzlu keki de yaptım. Fırındalar pişiyorlar. :)
Aslında bugün amacım kitap fuarına gitmekti.Kendimi ona odaklamıştım ama kısmet değilmiş. Zaten elimde okunacak bir sürü kitap var yenilerine hiç gerek yok. Mu acaba? Yoksa aklımdaki bir kaç kitabı da alıp sırayı genişletsem mi? En iyisi genişleteyim. Kitap iyidir. Okunmasa bile dekor olarak kullanılır. :)
İşte böyle... Bu cumartesi de evde geçti. Fırındakiler de pişti sayılır. Şimdi de el işlerine mi el atsam napsam? :)

4 Ekim 2011 Salı

Eş Anlamlı Kelimeler

Begüm henüz eş anlamlı kelimeleri bilmiyor. Onun için her kelimenin bir tane anlamı var. Bu durum aramızda komik diyaloglara sebep oluyor. Örneklere bakalım:


Begüm: Uff, uff..
Anne: Evet annecim ayağın uff olmuş, yara olmuş.
B: Ya-ya, ya-ya
A: Evet annecim, yara olmuş. Ayakkabı ayağını vurmuş yara olmuş
(Begüm 'Eh, eh' seleri eşliğinde ayağına vurur. Anne durumu anlamaz.)
A: Vurma annecim, niye vuruyorsun ayağına?
(Sonra annenin kafasına dank eder: 'Vurmak' kelimesini kuzucuk gerçek anlamında kullanıyor!


Üç boyutlu labirent gibi bir oyuncağı var. Karışık tellerden boncukları bir taraftan diğer tarada geçirmeye çalışıyor. Tabanında koyun, inek, domuz resimleriyle bir çiftlik çizmişler. Ortada da yap-boz şeklinde bir çiftçi var.
A: Begüm hadi çiftçiyi yerine koy. Koyunlar kaçmasın.
(Begüm çiftçiyi yerine yerleştirir.)
A: Aferin annecim.Çiftçi koyunların başında beklesin de koyunlar kaçmasın.
(Begüm kafasını göstererek 'Başı, başı' diye tekrar eder, anne kopar.)

3 Ekim 2011 Pazartesi

Uykusuz Her Gece...

Bir-iki hafta önce, uzun zaman sonra ilk kez yağmur yağdı. Meğer o yağmur sonbaharın habercisiymiş. Antalya'ya sonbahar geldi. Bahar ve sonbahar. Antalya'nın en yaşanılabilir mevsimleri sanırım. Gündüzleri hala sıcak ama klimasız da durulabiliyor. Kavurucu sıcak değil yani. Geceleri ise serin. Yağmurlardan sonra gün boyu cam kapı açık evde. Yaz boyu klimadan havasız kalmış evim için ve bu durumdan nefret eden benim için mükemmel bir durum bu.
Hava serin, geceleri daha serin. Uyumak için mükemmel zamanlar. Kapıyı aç, camı aç, serin serin uyu. Ama gel gör ki öyle olmadı. O yağmurlardan beri doğru dürüst uyku uyuyamadık ailecek. Begüm'ün uyuması en erken 22:30 oldu. Geç halini düşünün. Geceleri de uyanıyor. Sabahları da açılan okulların etkisiyle, gerek yakınlardaki okulların zil sesinden, gerek üst kattakilerin koştura koştura basamakları inmesinden 8:00 bilemedin 8:30da uyanıyor. Uykusunu alamıyor ve haliyle huysuz oluyor.
Anne cephesine bakalım:
Anne Begüm'ü uyutmak için gecenin bilmem kaçına kadar cebelleşiyor. Gece uyanan Begüm'ü uyutmak için cebelleşiyor. Sonra bir de kendini uyutmak için cebelleşiyor.
Baba cephesine bakalım:
Geç yatıyor. Belki biraz zorlanarak uyuyor. Uyuyor, uyuyor. Sabah güç bela kalkıyor. 'Gece Begüm uyandı mı?' diye soruyor. 'Ben geceleri uyuyamıyorum artık.' diyen anneye 'Valla ben de!' diyor!

Aaaah, ahh...
Bünye klimaya mı alıştı n'aptı bilmiyorum ki...
Allah uykulu gecelerimizi geri getirsin, kimseyi de uykusuz bırakmasın.. Zor, çok zor....

25 Eylül 2011 Pazar

Mutlu Son!!

Evet, yaptım! Başardım! Sonunda başardım! Hamileliğimin 8. ayında başlayan laneti sonunda üzerimden attım. Şeytanın bacağını kırdım. Her ne kadar üç ay sürse de 1,5-2 sene sonra ilk kitabımı bitirebildim.Yazın başında başladığım Tarık Buğra'nın Küçük Ağa romanını dün akşam itibariyle bitirmiş bulunuyorum.
Kitap süründü resmen elimde. Ben okumaya başladığımda sıfır bir kitaptı, daha önce kimse okumamıştı. Şimdi ise sanki 3 kişinin elinden geçmiş gibi. Bütün yaz boyunca okuyayım, bitireyim diye her yere götürdüm kitabı. Yazlığa, denize, misafirliğe, alışverişe gittiğimde genelde yanımdaydı. Hatta, elim boş olur, Begüm'e bakan çok olur diye bayramda Eskişehir'e bile götürdüm. Orada kesin bitirme planlarım vardı. Ama kısmet dün akşamaymış.
Sıkıcı bir kitap değil, anlatımı akıcı genel olarak, rahat okunuyor. Ama onu da yapayım, bunu da yapayım sonra okurum, yatarken okurum deyince gün içinde okunmuyor. Zaten Begüm varken okuma ihtimalim bile yok. O uyuyunca da evin işiydi gücüydü, okuma saati yatma zamanına kalıyor. 'Aman bugün yorgunum yarın okuyayım.' lar da baya bol olunca kitap üç ayda anca bitiyor. Hele o son 15-20 sayfa uzadı da uzadı. Neyse canım buna da şükür. darısı diğerlerinin başına.
Alttaki resim de de yıllanmış kitabımızı görüyorsunuz.


Bu arada beyaz çikolatalı muffin yaptım. Yapmadan önce çikolata tadı gelir mi gelmez mi diye sürüncemede kaldım ama güzel oldu. Tadı şahane. Beyaz çikolatanın tadı geliyor, ama çok yoğun değil. Benim gibi 'Yapsam mı, yapmasam mı?' diye düşünenlere tavsiye ederim. Konuyla alakasız oldu ama yazmak istedim :)

16 Eylül 2011 Cuma

Begüm'ün Ağzından Dökülenler

Begüm bir kaç aydır iyice dillendi. Ne söylesek tekrar ediyor. Mesela geçen akşam uyutmaya çalışıyorum. 'An-nene, an-nene' diye anneannesini sayıklamaya başladı. Ben de -hala uyumadığı için sinirimden- biraz sert bir şekilde 'Anneanne Eskişehir'de. ' dedim.
Begüm: Essşeerde
O kadar tatlı söyledi ki, bir kaç defa tekrarlattım. Uyku da iyice dağıldı, sonra yine çabaladım ama olsun değdi. :)
Arabadayız. İzzet'le konuşuyoruz. Muhabbet nasıldı hatırlamıyorum ama sonunda 'Aamin, aamin. inşallah' dedim. Arkadan Begüm: 'Amin, Amin.'
Dün de eşimin kuzenler var. Birinin adı Yasemin. 'Yaasemin, Yaasemin' diye tekrarladım birkaç defa o da söylesin diye. Sonuç: ' Aasemin'
Benim adımı ve babasının adını daha önceden söylüyordu zaten. Kendi adını söylemeye başladı: 'Bee-gum', 'Bee-gm' Evet bazen aradaki 'U' kayboluyor. Nasıl oluyor sormayın, duymak lazım :)
Ayrıca bu aralar benim favorilerim 'Dahtaa' ve 'Aaktabı' (Çanta ve ayakkabı.) Bol bol söyletiyorum. :)
Başka birçok kelime var. Genelde biz söyledikten sonra dökülüyor ağzından. Tekrar ediyoruz iyice pekişsin diye ve beklemediğimiz bir anda karşımıza geliveriyor bu kelimeler.
Çok sevimli çok eğlenceli.....
 Bir de kızımın seksi bir pozunu eklemek istiyorum.


Evde mayo kataloğu falan da yok ama, bir yerlerde görmüş,özenmiş galiba kuzucuğum. :)


12 Eylül 2011 Pazartesi

Dokunmatik

Bizim kız dokumatik. Hani bazılarının koku algısı gelişmiştir, bazılarının görsel algısı... Bizimkinin de dokunma duyusu biraz daha ileride. Arabada bir yandan omzuma dokunuyor, bir yandan da 'Annii' diyor. Bir şey yaptırmaya çalışırken illa elimden tutup çekiştiriyor. Yolda yürürken sıklıkla elimden tutuyor.(Şimdi düşününce normal mi acaba bunlar yoksa bana fazla mı bağımlı?) Bir de uyuturken illa bir süre temas halinde olmamız gerekiyor. Başlarda kafasını okşuyordum uyuması için rahatlasın diye. Sonradan uykuya isyanlar başladı, ağlamalar, göz yaşı, burun akıntısı. Burnunu sileyim derken, talebi üzerine uyuyana kadar hafif hafif burnunu silmeye başladım.
Bir süre önce de yine uyutma çalışmalarımdan birinde ağzına saç girmiş. Onu çıkarmamı istedi. Çıkardım. Bir iki defa daha oldu.(Bilinçli mi yapıyor acaba diye şüphelenmedim değil.) Çıkardım yine. Bu sefer bu bağımlılık yaptı. Bu akşam 'Hach, hach' diyerek ağzında saç olduğunu belirtti. Aynı şeyi dün gece uyandığında da yapmıştı. ışığı açıp bakmak durumunda kaldım ama hanım efendi ağzını gıdım açmadı. Saç olsa dilini dışarı çıkarıyor. Neyse saçı alır gibi yaptım bir süre sonra uyudu. Bu akşam da, dün geceden deneyimli olan ben, aynı hareketi tekrarladım. Hatta elimi dişlerinin üzerinde falan gezdirdim ne alemdeler, yeni gelen var mı yok mu ufak bir kontrol yaptım :) Ve kuzu kısa süre sonra ağlamadan sızlamadan uyudu. Bunda çok uykusu olasının da etkisi var tabi, ama onu geri plana atmak istiyorum.
Bu arada bu dokunmatik halini kesinlikle teyzesinden almış. Kendisi de bir şeyler anlatırken dokunma ihtiyacı hissediyor. Allah'tan çok fazla değil. Bir de olur da dinlemediğini fark ederse, ya da yakınındaysan ve de sana seslendiğinde cevap alamadıysa parmağıyla ya da eliyle dürtmek suretiyle dikkatini çekmeye çalışır. Bu durum size Begüm'ün arabadaki halini (Hani postun başında bahsetmiştim) anımsattı mı? :)

30 Ağustos 2011 Salı

Mutlu Bayramlar!!!




Bu bayram biraz hareketli geciyor bizim. Sadece bayram telasi degil telasimiz. Kuzenim evleniyor cuma gunu. Dugun telasi, kina telasi da var. Bir de farkli bir heyecan var icimde bu bayram. Begum buyudugu, daha hareketlendigi, daha bilinclendigi icin mi bilmiyorum, ama Begum'den kaynaklandigini dusundugum farkli duygular var icimde.
Her bayramin digerinden mutlu, heyecanli gecmesini diliyorum. Sizin icin ve de bizim icin...
Mutlu bayramlar!!!

25 Ağustos 2011 Perşembe

Kahve ve Su

Gazete bizim eve hafta sonları girer. Bütün hafta da odalar arasında sürünür gider. Sağ olsun eşimin tuvalette gazete okuma alışkanlığı var :) Tuvalete giderken alır gazeteyi eline, tuvalette okur, sonra katlar kenara bırakır.
Sayesinde ben de gazete okuyabiliyorum. Begüm doğduğundan beri yere oturup gazeteyi yaya yaya okumak hayal oldu. Onu bırak şöyle beş dakika göz gezdirmek bile hayal... Ama kocacım sayesinde ben de okuyabiliyorum :) Tuvalete girdiğimde kenardaki gazeteye takılıyor gözüm ister istemez. Her seferinde farklı bir haber dikkatimi çekiyor. Ben de alıyorum elime okumaya başlıyorum. Böyle anlardan birinde okumuştum pazar günkü gazeteden.
Kahvenin yanında neden su getirilir? Ben bu zaman kadar kahvenin acı tadını alsın diye, kahvenin üzerine içilir zannediyordum. Ama öyle değilmiş:

'Osmanlı zamanında eve misafir geldiğinde kahveyle birlikte su getirilirmiş. Misafir toksa kahveyi alırmış. Açsa suyu... Tabi o zaman hemen sofra kurulurmuş. Böylece çok ince bir nezaketle anlaşılırmış.' diye yazmış Şükrü Kızılot.

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Sahur Halleri

Birkaç gecedir ailecek sahura kalkıyoruz. Ben kalkıyorum, sonra Begüm uyanıyor, Begüm'ün sesine İzzet uyanıyor. Begüm sanırım kendiliğinden uyanıyor çünkü uyanmasın diye çıt çıkarmamaya çalışıyorum. Uyanması demek, onu uyutmak için bütün sahur zamanımı harcamak demek çünkü. (Bunu teorik olarak biliyordum, sonra pratiğini de yaptık.) 
İlk gece uyandığında bir iki uğraştım uyusun diye, uyumayınca bir şeyler yiyebilmek uğruna kaldırdım, mutfağa getirdim. İzzet de uyanmıştı tabi çoktan. Ailecek yedik içtik yattık. 
İkinci gece, mutfağın kapısını kapattım. Begüm uyanmış. Klasik olarak 'Anne, annee..' sayıklamış. Duymamışım ben. Sonra 'Baba, babaa.. ' sayıklamaya başlamış İzzet'in kıpırtılarını duyup. İzzet de kaldırmış getirmiş. Yine ailecek yedik, içtik, yattık. 
Üçüncü gece.. Baktım bu uyanma halleri alışkanlığa dönüşüyor. 1,5 senelik hayatının sadece iki haftasında gece beslenmeden uyuyan bir çocuk için gece uyanıp da beslenmek gayet doğal ve çabuk alışılabilir durum. Neyse ki erken fark ettim. Zaten benim için önemli bir mevzu gece beslenmesi olayı, kesintisiz uyuyabilmesi için. Üçüncü gece sahurumu feda edip Begüm'ü çıkarmadım yataktan. Baya uğraştım uyusun diye. Ben yatırdım, o kalktı. Ben yatırdım, o bağırdı. Çıkarmadım yataktan. En sonunda baktı kalkamayacak yataktan, beni göndermeye karar verdi. Bir yandan eliyle beni kapıya doğru ittirip, bir yandan da 'Dit, dit.' (Git, git.) diye beni mutfağa göndermeye çalıştı.yoğun çabaları sonunda da emellerine ulaştı. Mutfağa gidip iki lokmalık, minik bir ekmek parçası getirdim. Yarı oturarak, yarı yatarak yedi. Uyuyacak gibi oldu. Sonra yine, 'Dit, ditt. '. Bir iki uğraştım, yine gittim minik bir ekmek getirdim. Neyse ki bu son oldu. Sonra biraz uyudu. Beş dakika sonra tekrar uyandı. uğraştım uyuttum. Sonra ezan okundu zaten. O beş dakikada ne yediysem  onunla tuttum orucumu. 
Henüz sadece 15 gün oldu kendi kendine uyumaya başlayalı. Bana daha uzunmuş gibi geliyor aslında, ama 15 gün oldu. kısa bir süre ama kesintisiz en kısa uykusu 6 saat. (O da diş çıkarma döneminde, aslında hala o dönemdeyiz) Yani emerek uyuduğu dönemin en uzun uykusu. Bazı geceler gerçekten zor oldu ama buna değdi. Mutluyum gururluyum. Bazen hala 'Acaba kaç defa uyanacak?' diyorum kendi kendime. Ne kadar yorgun da olsa, ne kadar kötü bir gün de geçirmiş de olsa, önceki kadar çok uyanmıyor. Bu da benim motivasyonumu arttırıyor. 
Ne zamandır fotoğraf eklemiyordum. Konuyla alakasız bir kaç resim ekleyeyim de azıcık renklensin blog :)

Begüm'ün ev hallerinden birkaç kare:






14 Ağustos 2011 Pazar

Ve Begüm Gölgeyi Keşfetti

Tarih: 14 Temmuz 2011
Otogardayız. Begüm'ün teyzesini İzmir'e yolcu edeceğiz, otobüs bekliyoruz.Begüm'ün de uykusu geldi, huysuzluk yapıyor doğal olarak. Ben de onu oyalamak için gezdiriyorum. Derken yerde birşeyleri işaret etmeye başladı. Baktım, gölgemiz.Gölgemizi tanıttım önce. Eğilip almaya çalıştı, dokundu. Sonra el sallamaya başladım ben, doğal olarak gölge de sallıyor. Begüm ne yapsa beğenirsiniz? Gölgeme öpücük gönderdi. 'Bay bay!' yaptı. :)
Sonra otobüs geldi. Alışmamıza yetecek kadar süredir yanımızda olan teyzemiz otobüse bindi. Begüm'e 'Bay bay' yaptırmaya çalıştım. Başlarda yaptı. Sonra 'Deydee, geh!' demek suretiyle teyzesini yanımıza çağırdı. otobüs hareket edince de ağlamaya başladı. Açıkçası böyle bir tepki beklemiyordum. Gittiğini anlayıp, üzülmesi için daha küçük olduğunu düşünmüştüm ama yanılmışım. Kızım yine şaşırttı beni. 'Ne kadar da çabuk büyüyorlar.' dedim bir kez daha içimden.

13 Ağustos 2011 Cumartesi

Bir Kitap Kurdu Yetişiyor!!

Kendi kendine uyumaya başladığından beri gece yatma rutinimizde (şimdilerde gündüz uykularından önce de) son aşama meme emerek kitap okumak. sonra da yatağa yatış faslına geçiyoruz, tabiki elinde kitapla. Yatağa yattığında da bir süre kitap okuyor. Sonra yoruluyor sanırım, kitabı bana uzatıyor. 'Sen çevir, ben bakayım.' buyuruyor. Sonra ben çaktırmadan kitabı kaldırıyorum.
Gün içinde de aynı. Elinde kitap, 'Oku!' buyuruyor. Oyuncak tercih etmiyor bu aralar.
Favorileri Tübitak Yayınları'ndan Doktorda ve Bebek Koala Kayıp oyuncak. Bir de bu aralar Aç Tırtıl katıldı aramıza. Tırtılın meyveleri yeyip geride bıraktığı deliklere parmaklarını geçirmeye bayılıyor.
İnsan da sıkılıyor tabi aynı kitabı günde elli defa okumaktan. Dergileri çıkardım ortaya. Biraz onlarla oyalanıyor. Birlikte bakıyoruz. Ben eski dergileri karıştırmış oluyorum. Begüm'e de değişik objeleri tanıtma imkanı buluyorum. İyi oluyor, güzel oluyor yani... :)
Bu kitap aşkı bitmez umarım. Yeni kitaplar sipariş ettim zaten. Bana da değişiklik olacak :)
Babayı da alıştırdım kitap okumaya. Meğer içinde ne cevher varmış Biraz sürükleyici olunca kitap bir-iki haftada bitiriveriyor. Ömründe okumadığı kitabı şu bir iki ayda okudu sanırım. Hatta bir ara devamında ne olacak merakından uyuyamıyordu. Şimdi ona da yeni kitap arayışlarındayım. Ona da sipariş ettim bir iki kitap.
Herşey iyi hoş, kızıma ve kocama kitabı sevdirdim ama asıl kitapkurdu ben okuyamıyorum. Gündüz zaten zaman olmuyor. Gece de yorgunluktan 5-10 sayfa anca okuyorum. BEN DE KİTAP OKUMAK İSTİYORUM!!!

12 Ağustos 2011 Cuma

Uyku Mevzuları-Yeniden

Bir haftadır Begüm'ü kendi kendine uyumaya alıştırmaya çalışıyorum. Bugün tam bir hafta oldu. Ama sanki daha fazla zaman geçmiş gibi. ipler yavaş yavaş kopuyor, sinirler geriliyor.
Başlarda iyiydi. Herşey çok kolaydı. 'Ne kadar çabuk alıştı. Böyle olacağını bilseydim daha önceden başlardım.' demiştim. Hatta ikinci gün kesintisiz 9 saat uyuyarak beni şok etmişti. Meme istemesine rağmen, emmeden uyuyabilmişti kısa sürede. Böbürlenmiştim, 'Bu kadar basit işte.' diye. İpler benim elimde sanmıştım. Ama bir iki gün sonra herşey başa döndü. Gece ağlayarak uyanmalar başladı yine. Yine meme istemeler, vermeyince bütün apartmanı inletircesine bağırarak ağlamalar, annenin bir iki direnmeden sonra yenik düşmesi... Ama hala emmeden uyuyor. Bu da benim teselli kaynağım.
Dün gece yine ağlayarak uyandı. Ben de uyuyamamıştım. Ağladığında belki yarım saat anca uyumuştum. Sıçrayarak uyandım. Bir iki çabaladım uyusun diye ama yok. Günün yorgunluğu, uykusuzluğun stresi üstüste binince bağırıverdim Begüm'e. Sonuç daha kötü oldu tabi. korktu, daha çok ağlamaya başladı. Ben daha çok gerildim. Belkide dişleri rahatsız ediyordur diye başucuma ağrı kesici koymuştum akşamdan. Enjektörle onu sıktım ağzına. Bir yandan bağırmakla, kaçıp kurtulmakla meşgul olduğu için yarısı yatağa aktı. İlk celallenmem geçince daha yumuşak davranmaya başladım. Begüm de uyudu.
Bağırdığım için suçluluk duyuyorum. Tek derdi sıkıntısını anlatmaktı aslında.
İki gündür babaannede kalıyor. Mecburiyetten. Dün evde ufak tamir işleri vardı. Matkap sesinden falan uyumaz diye gönderdim. Bugün de eşimin beli tutuldu, muayenehaneye gittim.  Oluşturmaya çalıştığım düzen tamamen gitti. Dün öğle uykusunu yarım saat geç uyumuş. Gece uykusunu da yirmi dakika geç uyudu. Bugün daha beter. Öğle uykusunu taa !6:00'da uyumuş. Gece uykusu da 22:30'u buldu. Bizim haftasonları zaten karmakarışık geçiyor. Gitti mi şimdi bütün çabalar boşa? Bütün ümitler suya mı düştü? Başlamadan bitti mi herşey?Evren benim çocuğumun aynı saatte yatıp kalkmasına karşı mı? Bu mudur yani? Yoksa herşey annenin tutarsızlığından mı kaynaklanıyor?  Bir hafta mı annenin dayanma süresi? Yok yok, değil. Bu sefer değil. kararlıyım bu sefer. Emerek uyumaya dönmeyeceğiz artık.(İnşallah diyeyim, büyük konuşmuş olmayayım. Yoksa aynen başıma geliyor.) akşamları erken yatması da daha rahat oluyor.Kendime ayıracak zamanım oluyor, Kafamı dinliyorum biraz, iyi geliyor. Hem zaten yolun başı sayılır. En az üç hafta aynı rutini uygulamak gerekiyormuş oturması için. İki günden birşey olmaz. Düzeliriz yine. Azimliyim, yılmayacağım. (İnşallah:) )

9 Ağustos 2011 Salı

Çiş - Kaka Mevzuları

Tuvalet eğitimine tam olarak başlamadım henüz. Arada, aklıma estikçe bezini çıkartıp oturtuyordum tuvalete. Bir de ben tuvaletteyken kapıyı açık bırakıyorum, isterse giriyor içeri yani beni izlemesine izin veriyorum. Bunlarla alakalı değildir muhtemelen, ama bugün 'kaka' konusunda bir gelişme yaşadık.
İki gündür kakasını yapmıyordu Begüm. Bugün de ıkındı sıkındı, kaka pozisyonunu aldı. Baktım fınfık kadar birşey yapmış. Temizlendik. Sonra yine aynı durum. Bu sefer yapamamış. Aldım tuvalete götürdüm. Bir dakika içinde kakalar pıtır pıtır döküldü tuvalete. :) Başta biraz şaşırdı, sonra korktu sanıyorum, mızırdanmaya başladı. ben de kaldırdım. Birlikte kakalara baktık, meşhur 'bay bay'ımızı yaptık ve sifonu çektik.
Şu tatil, yolculuk, bayram olaylarımız geçsin başlayalım diyorum yavaştan bez bırakma eylemine. Bakalım hayırlısı. 'Bay Bay Bezim' kitabını da sipariş vereyim bari. Elimde bulunsun. Alıştırma külodu da almak lazım sanırım. Onu da listeye ekleyelim. :)

2 Ağustos 2011 Salı

Haftasonu- Beyşehir Gölü

Haftasonu evden uzaktaydık. Antalya'nın sıcağından kaçmak için rakımı fazla bölgelere kaçmayı tercih ettik. Beyşehir Gölü'nün kenarında bir köyde eşimin akrabalarının yanına gittik. Serinlemeye gittik ama orası da çok sıcaktı.
Daha önce görmemiştim o tarafları. Beyşehir Gölü de bir hayli büyük. İnsanlar kenarında kamp kurmuş balık tutuyor. Sıra sıra oltaları dizmişler... Tam fotoğraflıktı aslında ama arabayı durdurup da çekemedim.
Bizim gittiğimiz köy Isparta'ya bağlı. Ama göl kenarındaki arabaların çoğu Afyon plakalıydı. Biz baya geyiğini yaptık bu durumun. Çevre halkı da -muhtemelen gençliğidir- bu durumdan şikayetçi anlaşılan, çünkü trafik tabelalarının arkasına 'Afyonlular'a ölüm!' yazmışlar. :)
Göl, denizden uzak iç anadolu halkı için serinleme imkanı sunuyor tabi .İnsanlar göle girip yüzüyor. Plaj benzeri bir kaç bölge vardı.
Gölün içinde adalar var. Bir tanesinde bizim kaldığımız köyün bir mahallesi vardı. Yazın kayıkla, dubayla; kışın buz tutan gölün üzerinden yürüyerek kıyıya çıkıyorlarmış. Yolları yapmak için, o duba dediğim şeyle buldozer bile götürmüşler adaya. Gidip görmek isterdim ama zamanımız yoktu.
Gölde bir de Alaaddin Keykubat'ın kızı için yaptırdığı hamamın olduğu bir adacık vardı. Kız Kulesi diyorlarmış oraya. Alaaddin Keykubatın kızı hizmetlilerden birini sevmiş sanırım. Onunla kaçmaya çalışırken de boğulup ölmüş. O yüzden Kız Kulesi demeye başlamışlar.(Sanırım yöre halkı öyle diyor.) (bu arada bu bilgiler kulaktan dolma bilgilerdir. :) )

 İlginçtir, fotoğraf mkinesini elinden düşürmeyen ben bu gezimiz sırasında tek tük fotoğraf çekmişim. Sanıyorum yer değişikliğinden etkilenen Begüm'ü zaptetmeye çalışmaktan, başka birşeye odaklanamamışım. :)
 Bu da köy çocuğuna dönüşmüş Begüm. Bacakta çamurlar falan.  :)

26 Temmuz 2011 Salı

Üşeniyorum...

Çok üşengeçim bu aralar.
Yazmadığım şu dönemde çok şey oldu, çok şey yazasım var ama üşeniyorum.
Uzun zamandır gezinmedim bloglardan birazını gezdim, yorum bırakmaya üşendim.
Hatta bazı bloglara bakmaya bile üşendim.
Yemek yapmaya üşendim.
Evi temizlemeye üşendim.(Durum çok vahim değil neyseki :) )
Karnım acıktı ama kalkıp birşeyler atıştırmaya üşeniyorum.
Şu kısacık yazıyı yazarken bile tuşlara basmaya üşeniyorum.
Çok vahim durumdayım sanırım. :)


4 Temmuz 2011 Pazartesi

Bugün...

Bir iki yemek blogu gezdim. O güzellikleri görünce canım pasta istedi yine.(İşte bu yüzden yemek blogu gezmeyi sevmiyorum, ama bir yandan da gezmek için içim içimi yiyor. Bu nasıl bir kısır döngüdür.) Zaten en zamandır istiyorum şöyle güzel bir yaşpasta yemeyi. Ama yapması zahmetli geliyor bana. Kektir, kurabiyedir neyse de pastanın kreması falan uğraştırıyor beni. Hele son denememin, baharın ilk güneşli cumartesilerinden birini evde geçirmeme sebep olduğunu düşünürsek, hiç bulaşmayım daha iyi. Yakınlarda güzel pasta yapan biryerler de yok. Kaldım yine böyle.
Dün Begüm'ün kuduz aşısının ikincisini yaptırdık. Bugün bütün gün uyudu desem yalan olmaz. İki- üç saat anca uyanık kaldı. Onda da hep uyuma isteğindeydi zaten. 'Nenni' dedi durdu. Korktum aşıdan dolayı birşey mi oldu diye. Az önce eşimle konuştuk. Aşının yan etkisiymiş. Bir veterinerle konuşmuş. Adam kendine yaptırmış. İkinci doz sersemletmişti beni demiş. İçim rahatladı.
Begüm uyandı sonunda. Ben kaçar...

1 Temmuz 2011 Cuma

Uysal Kedi- Vahşi Kedi


İki gün önce, sık gittiğimiz balık restoranına gittik yine. Nezih bir yer. Geniş bir bahçesi, çeşit çeşit ağaçları, yemek yiyen müşterilere sırnaşan kedileri var. Tam sırnaşmak değil aslında; bir iki parça balık atsınlar diye, miyavlayama eşliğinde yemek yiyenlerin gözünün içine bakma. Herhangi bir saldırma, sürtünme, temas durumları yok kesinlikle.
Normalde tek başımıza otururuz ama dün masamız biraz kalabalıktı. Begüm de nedendir hala anlayamadım ama biraz huysuzdu. Bıraktığın yerde iki saniye durmuyordu. Sanırım herşey de bu hareketlilikten başımıza geldi.
'Açlıktan mı acaba bu huzursuzluk?' diye düşünerek ve de ortalığı biraz gererek masaya birşeyler getirttim. Gelenlerle Begüm'ü oyalamaya çalışırken de yemekler geldi zaten. 'Onu mu yer, bunu mu yer?' diye Begüm'e binbir çeşit sundum ama nafile.eline geçeni yere atıyor. Ben de Begüm'ü kucağımda zaptetmeye çalışıyorum. Nedense mama sandalyesi istemedik, hoş istesek de durmayacaktı. Neyse baktım olmayacak indirdim yere kuzuyu. gezinirken, yanımdan geçerken ağzına balık tıkmaya çalışıyorum. Bazıları hedefe ulaşıyor, bazıları geri tepiyor. Sonra Begüm kuzu 'Çatalı ver!' buyurdu. Normalde çatalla dolanmasına müsade etmem ama o anın yorgunlu ve biraz olsun rahatlama dürtüsüyle verdim eline çatalı, taktım ucuna balığı. Yedi bir güzel. Bir daha taktım, yedi. Birkaç denemeden sonra çatal ucuna takılı balıkla dolanmaya başladı. Bu arada etrafımıza da kediler doluştu. Benim hayvan delisi kızımda kedilerin yanına uçtu hemen tabi. Elinde çatalla. Biraz bakındıktan sonra önce çatalın tersiyle yemek yiyen kedinin sırtına indirmiş bir tane, bakmış tepki yok bu sefer çatalı kedinin karnına batırıvermiş. Batırmasıyla da patiyi yemesi bir olmuş tabi. (Ben kediyle muhatap olduğu kısımları görmedim çünkü masanın diğer ucundaydım.)
Ağladı azıcık. Hemen masada hazır bulunan alkolden döktük eline. Çok ağlamayınca da önemsemedik. Sonradan içimize kuşku düştü birşey olurmu diye. Begüm'ün doktorumu ve birkaç doktoru aradık. Veterineri aradık. Herkes aşı yaptırın dedi. Hastaneye gittik. Ertesi gün intaniyenin görmesi gerekiyormuş. İntaniyeye gösterdik ertesi gün. Karar aynı: Aşı
Başladık aşılarımıza. Dün ilk dozu aldık. Kedi sahipliyse üç, sahipsizse beş doz yapılıyormuş. Biz 0,3 ve 7. günlerde olmak üzere üç doz yaptıracağız.
Ateş yapabiliyormuş. Yaptı da. 40a kadar çıktı ateşi. Calpol fayda etmedi. Fitildi, ibufendi, ılık banyoydu derken düşürdük ateşini. Şimdi iyi, ateş falan yok. Diğer dozlarda bu kadar olmuyormuş sanırım.
Bu yazıdan çıkarılacak sonuç: Anneye mola yok! Aksi takdirde bizim vahşi kedi daha ne uysal kedileri zıvanadan çıkartır Allah bilir.

24 Haziran 2011 Cuma

Problemler

Bir süredir blogumda hesap açarken bazı sorunlar yaşıyorum. Gerek kendi blogumda gerekse başka bloglara yorum bırakamıyorum. Çünkü hesabım açık görünmüyor. Her seferinde mail ve şifre yazmak gereken o ekranla karşılaşıyorum. Ayrıca kendi bloguma giriş yaptığımda, giriş sayfamı görüntülerken sağ üstte çıkan yeni kayıt- vırt- zırt yazıları yerine giriş yapın yazıları çıkıyor. Yani giriş yaptığım halde yapmamış görünüyorum.
Önce bu sorundan bloggerı sorumlu tuttum. Malum son zamanlarda kaybolan bloglar, kayıtlar, yorumlar çok sık olmaya başladı. Ben de yine bakım falan yapılıyor diye düşündüm. Ama bir değil iki değil. Sonra baktım herkes patır patır yorum yapıyor sağa  sola. 'Demek ki sorun bende.' dedim ve bloggerin yardım konularına bakmayı akıl edebildim. Açtım yardım konularını. Oradan oraya, oradan oraya yönlendirildikten sonra beni bu durumdan kurtaracak talimatlara ulaşabildim. Ama gel gör ki onun tıkla dediği yerler benim bilgisayarda yok. Neyse allem ettim kallem ettim, bir şekilde normale döndürmeyi başardım. Hemen yazdım yazacaklarımı. Muradıma ermenin ve sorunu çözmeüş olmanın rahatlığıyla kapattım blogu, bilgisayarı. aradan birkaç gün geçti. Gün, bugün. Aynı sorun yine peyda oldu. Geçen sefer yaptıklarımı yapıyorum, yok olmuyor.  Başka başka şeyler deniyorum, yine olmuyor. Sonra aklıma bilgisayara atılan format geldi. o zamandan beri bilgisayar bir değişik zaten. Kendi çapımda iyi kötü düzeltmiştim ama gücümün yetmediği şeyler varmış meğer. Aah ah yeğenler demişti 'Yaptırmayın o adama, iyice mahvediyor.' diye. Dinlemedik, beter olduk. Napalım idare edelim böyle, bir zaman tepemin tası iyice atar, o zaman daha iyi bir formatçıda formatlanır bilgisayar. Umarım. İnşallah.

20 Haziran 2011 Pazartesi

Deniz, Güneş, Kumsal...

Diğer yerler nasıl bilmiyorum ama buraya yaz resmen geldi. Saat 10'dan, 11'den sonra güneşe çıkmak pek akıl karı değil, güneş kavuruyor. Diğer saatlerde de pek serin olduğunu söyleyemeyeceğim. Henüz klima çalıştırmadım. Cam kapı açık oturuyoruz. Arada esiyor. Begüm günde 2-3 posta banyoya giriyor. Banyo demek ne derece doğru tam bilemedim şimdi, çünkü küveti doldurup havuz modunda banyo satleri geçiriyoruz. Hafta sonu da farklı değildi. Begüm suyla bütünleşti. Tek fark bu sefer musluk suyu değil deniz suyuydu bütünleştiği.

Bu fotolar da denize giden yoldan...







15 Haziran 2011 Çarşamba

Neredeyse bir ay olmuş yazmayalı. Okadar uzun zaman ayrı kalmışım ki, nereden başlasam ne yazsam toparlayamadım. Hatta bu süre içinde neler yaptık onu bile tam hatırlayamıyorum.

Herşey Eskişehir'e gitmemizle başladı. Gez-toz, Begüm'le uğraş derken bloga tek kelime yazamadım. Sonra döndük evimize. Adapte ol, evi temizle, iş-güç derken burada da dokunamadım bloga. Son zamanlarda da Begüm'ün düzeni o kadar allak bullak oldu ki değil bloga, kendime bile zaman ayıramaz oldum. Başta Begüm olmak üzere herşey normale döner umarım.

Makyajsız, bakımsız, yorgun ve de solgun anne- şu fotoğraflardan nasıl kaçsam diye düşünen Begüm.




Eskişehir'e gidip de çiğbörek yemeden dönmek olmazdı.




Anenin yeni saçları. Eski hali de iyiymiş, kesimini o tarz birşey yaptırsaydım keşke. Neyse artık uzasın bir dahakine. Balyaj da yaşlı göstermiş sanki biraz. Sizce?? (Aklıma gelen heryerde bu soruyu soruyorum yalnız :) Sanırımnezaketten kimse 'Evet yaşlı göstermiş.' demedi şimdilik.:) )



Ve son olarak yerlerde sürünen Begüm.

Özlemişim buraya yazmayı, yazınca anladım. devamı en kısa sürede gelir umarım. :)

19 Mayıs 2011 Perşembe

Güneşli Bir Pazar Sabahı..

Hafta sonu Oyuncak Müzesi'ndeydik. Güzeldi ama ben biraz hayal kırıklığına uğradım. Müze aslında yeterince büyüktü ama ben daha büyük olduğunu düşünmüştüm. Bu yüzden de biraz hızlı gezdik ve bir de baktık çıkış kapısı önümüzde.  Bir de ben kendi dönemime ait oyuncaklar da olacağını ummuştum. Bakıp da 'Aaa, bundan bende/bilmem kimde vardı.' diyecektim.(Müzeye Begüm için değil benim için gittik yani. :) ) Çok daha eski dönemden oyuncaklar vardı. Bu düşüncemi dile getirdiğimde aldığım cevap 'Adı üstünde: Müze' oldu. :)
Begüm peluş oyuncaklara bakmaktan, hatta cama yapışmaktan kendini alamadı. :)
 Biz göz hizamızdaki oyuncaklara odaklanmışken, yukarıda bizi bekleyen süprizler varmış.
Buggs Bunny'nin havucuna sarkan Begüm...

Ufak hayal kırıklıklarım olsa da güzel ve eğlenceli bir müze gezisiydi. :)

9 Mayıs 2011 Pazartesi

Kırıntılar

Yüzüme bir gülümseme yerleşmesine neden olan, ileride hatırlamak isteyeceğim ufak tefek olaylar:
  • Evdeyiz. Begüm'ü uyutmaya odasına götürdüm. İki dakika sonra birşey almak için oturma odasına döndüm. Begüm kucağımda. Babası televizyon izliyor. Begüm babasına bakarak:
              - Ha-haaa!

  • Eskişehir'deyiz. Anneannem, annem, Begüm ve ben evdeyiz. Anneannem dedemden bahsediyor 'Hacı şöyle yaptı, hacı böyle dedi.' diye. Begüm de kendi halinde takılıyor. Sonra Begüm Gayet açık ve net bir şekilde 'HACII' diyiverdi. Önce bakakaldık, sonra koptuk. Sonraları tekrar söylemesi için çok uğraşmamıza rağmen bir daha duyamadık.


  • İki haftalık Eskişehir ziyaretimizden sonra babiş bizi almaya geldi. Saat 23:00 civarı. Begüm uyuyor. Sonra rutin uyanmalarından birini gerçekleştirdi. Ben yanına gittim. Babiş de peşimden geldi. Yatağın kenarına uzandı, sessiz sessiz kızını izleyecek. Begüm hissetti mi naptı bilmiyorum, gözlerini açıverdi. Babasını karşısında görünce hasret dolu seslerle babişine sarılıverdi. Daha önceki uzun ayrılığımızda Begüm tarafından hatırlanamayan babiş de havalara uçtu.
  • Yine aynı ziyaret sırasında Begüm, baba-dede-telefon arsında kavram karmaşası yaşadı. Devamlı 'Dede' kelimesini duydugundan ve telefona bakarak 'Babasııı', 'Begüm'ün babasııı', 'Alo, babiiişş' diye konuştuğumuzdan, Begüm telefona baba, babasına da dede demeye başladı. Bu yaklaşık bir hafta sürdü. Babiş duruma isyan etti, 'Babayım ben kızım, dede değil.' diye durumu düzeltmeye çalıştı. Anne de Begüm babasına her dede dediğinde kahkahaya boğuldu, dalgasını geçti. 
  • Begüm'ü parka götüreceğim. Bebek arabası, arabanın bagajında. Çıkarmak için Begüm'ü sürücü koltuğunun yanındaki koltuğa oturttum. Oyalansın diye de eline arabanın anahtarını verdim.(bayılır arabanın anahtarına.) Bir yandan 'Düşer mi acaba?' diye düşünerek tetikte duruyorum, bir yandan konuşuyorum 'Sakın kıpırdama!' falan diye, bir yandan da arabayı çıkarmaya çalışıyorum. Bir tıkırtı geldi. 'Allah, düştü galiba!' diyerek, 'Ama sesi de çıkmıyor hiç?' diye düşünerek (tabi bunlar saliseler içinde gerçekleşen düşünceler) açık kapıya zıplayıverdim. Begüm Hanım sürücü koltuğuna geçmiş, direksiyona da yapışmış.(Araba delisi Begüm'den beklenmeyecek bir davranış değil aslında.) Bir yandan 'Ohh!' dedim, bir yandan Begüm'e kızdım 'Annecim, kıpırdama demedim mi ben sana!' diye. Ama yüzümdeki gülümsemeyle beni pek ciddiye aldığını zannetmiyorum.

8 Mayıs 2011 Pazar

Anneler Gününüz Kutlu Olsun!!

Başta annemin, sonra benim :) ve sonra tüm annelerin anneler günü kutlu olsun. Tüm annelere bebişleriyle (kaç yaşında olursa olsun) uzun uzun seneler diliyorum.

28 Nisan 2011 Perşembe

Bir İlk Daha...

Dün itibariyle Begüm yürüyor. Bu sefer öyle küçük adımlar falan değil. Elleri serbest haldeyken bir-iki metre yürüyor.
O adımları görünce kendimde bir rahatlama hissettim. Her ne kadar takmıyorum desem de 'Bizimki 9 aylıkken yürüdü.' vb... cümleleri duydukça içime atmışım demek ki.
Bir kilometre taşını daha başarıyla başarıyla tamamladık. Darısı diğerlerinin başına...

17 Nisan 2011 Pazar

Hastaydık, İyileştik

Pek keyfim yok Dünden beri. Sanırım yorgunluktan. Begüm hastaydı. Şimdi iyi, düzeldi. 6. hastalık olmuş. Doktorumuz kontrol ederken '6. hastalık bu.' deyip duruyordu. Ben de bir hastalığın ikinci adı falan zannediyordum. Meğer kendi adıymış. Perşembe günü Begüm ateşlendi. Diştendir diye pek üstünde durmadım ama gece ateşi arttı. 39.3'e kadar çıktı. Ateş düşürücü verdik. Bir süre düşüyor sonra geri çıkıyordu.  Bir de göğsünde ve sırtında minik minik, kırmızı, sivilce gibi şeyler çıktı. Öğleden sonra yoktu. Akşam babası altını değiştirirken bir baktık her taraf kırmızı, pütür pütür. Hemen doktoru aradık tabi. Tavsiyelerimizi aldık. Gece ve ertesi gün teşimizi de düşüremeyince muayenehanenin yolunu tuttuk.
'6. hastalık yada 5. hastalık' dedi doktorumuz. Viral bir hastalıkmış. Ateş aniden yükselirmiş. Gövdede kırmızı döküntüler olurmuş. 3-5 gün içinde normale dönermiş. Panik yapacak bir durum yokmuş. Bir de Calpol'e allerjimiz olabilirmiş. Dişten dolayı 'Ağrısı mı var acaba? Aman rahat uyusun!' diye bir- iki gündür gece yatmadan veriyorduk. Calpol'ün içindeki çileğe allerjimiz olabilrmiş. Bir süre çilek ve konsantresini içeren ürünler yasak.
Sanırım hastalığın etkisi de geçti. Ateşimiz yok artık. Hareketlerimiz, neşemiz normale döndü. Kızarıklıklar kayboldu.
Büyük bir olay daha var. Sanırım Begüm yürüyor. Öyle her dakika değil ama. Elleriyle tutunmadan kısa mesafe ileleyebiliyor. Tabi canı istediği zaman. Biz 'Hadi yürü!' deyince olmuyor. :)

14 Nisan 2011 Perşembe

Memleketimden İnsan Manzaraları: Bizim Ev

Aklımda bir sürü şey vardı yazacak. Ama hiçbiri aklıma gelmiyor şimdi.
Dün gece Begüm uyumadı hiç. İkinci uykusunu uyuduğunda zaten çok geç olmuştu. Gece uykusuyla birleştirir demiştim. Başta öyle gibiydi ama sonradan bir uyandı, pir uyandı. Ağlayarak uyandı ama ne ağlamak. Susturamadık bir süre. Oda oda gezdik, oyuncaklar, yiyecekler derken çığlıklar mızıldanmaya dönüştü ve kesildi. Tam da yeni yatmıştık, ikimizde ayaklandık tabi. 1-1,5 saatlik oyalanmadan sonra güç bela uyuttum. Gece 4 gibi tekrar. Yine ağlayarak uyandı. Söylenmemin de etkisiyle ağlamanın şiddeti arttı. Yine baba ile birlikte ayaktayız.Gezdik, oynadık yarı ağlamaklı. Babaya devretsem ona da gitmiyor. Köpek dişlerini bekliyoruz bu aralar. Ağrısı var herhalde diye ağrı kesici içirdik güç bela. Sever normalde, pembe pembe, löpür löpür götürür ama bu sefer istemedi. Oynadık, arada uyuma denemeleri yaptık, başarılı olamadık, yine oyuna döndük. Saat 06:40'ta kuzu uyudu ve ben de yatağıma döndüm.


Sabah 8:30 da tekrar uyandı. Gittim yanına, birlikte odasındaki koltukta uyuduk. 9:30 a kadar. Uzunca bir süredir uyku saatlerimiz kaymış durumda. Geç yatıyoruz, geç kalkıyoruz. Yine uzunca bir süredir emerek uyumaya dönmüş durumdayız. Eskişehir dönüşü bu durumları düzeltebilmeyi planlıyordum ama diş olayı bozdu herşeyi. Uyku saatlerini düzenleyip pilatese başlamayı da düşünüyordum. O da askıya alındı sanıyorum Ya da uyku saatlerini, uyuma şeklini düzenlemeyi düşünmeyip kendi işima bakacağım. Kendime göre ayarlayacağım spor saatini, Begüm'ü de babaanneye bırakacağım, kendime zaman ayırabildiğim için rahatlayacağım biraz. (-mı acaba??)
Çok bakımsızım bu aralar. Ellerim kurudu, tırnaklarım uzadı. Krem sürmeye bile üşeniyorum. Saçlarıma şekil vermiyorum. Yıkıyorum, çıkıyorum. Kendi kendine nasıl kurusa öyle kullanıyorum. Dışarı çıkarken makyaj yapmıyorum. Saldım yani. Havalardan mıdır nedir?
Begüm'e karnabahar yedirdim bugün. Önce küçük bir parçayı verdim eline yesin kendisi diye. Yemek istemedi. Sonra çiçek kısımlarını minik minik kopardım öyle verdim. Çerez gibi löpür löpür götürdü. :)Benim açımdan çok zevkliydi. Hapır hupur yediğine göre o da zevk aldı. Arada patates, havuç da kakaladım. Patatesleri yedi ama havucu yemedi.
Radyo Eksen dinliyorum şu anda. Müzik tarzları bana hitap ediyor. Uzun zamandır dinlemediğim parçaları dinledim. Mutlu oldum.
Bizim evden insan manzaraları böyle işte...
Birkaç Antalya fotosu ekleyeyim de canımız deniz çeksin.
Yaklaşık bir ay öncesi. İnsanlar denize giriyor.
Bu da fırtınada karaya vurmuş gemi.
Resimlere bakarken yakın çekim hallerimi gördüm. Daha fazla gecikmeden göz çevresi kremlerine başlasam fena olmayacak. Kırışıklıklar başlamış. Yaşlanıyorum :(

1 Nisan 2011 Cuma

Fotolara Devam

Eveet nerede kalmıştık. :)
Bunlar da balonlarla çıldırmaca fotoları:





Yazacağım çok şey var aslında ama şu anda çok zor koşullarda yazıyorum. Eğer zaman aşımına uğrayıp da aklımdan silinmezse devamı diğer postlarda umarım.
Bu arada Bir Damlacık Yağmur bizi ödüle layık görmüş. Çok teşekkür ediyoruz. Biz de severek takip ediyoruz kendisini. Blog dünyasındaki bu ödül, mim adaplarını pek bilmiyorum. Sanırım benim de bu ödülü birilerine göndermem gerekiyor. Aslında izleme listemdeki bütün blogları severek takip ediyorum, keyifle okuyorum. Bu yüzden bu ödülü izlediğim bütün bloglara gönderiyorum. Ama eğer sadece birkaç kişiye göndermem gerekiyorsa Beril ve Ben, Pembe Yastık, Ömer Tuna Aydın, Bir Annenin Rehberi ve Acemi Annenin Güncesi'ne gitsin.

31 Mart 2011 Perşembe

Bol Resim

Resimsiz bir posttan sora bol resimli bir post lazım. :)
'Evde kimse yok. Begüm de uyudu. Ohh, ne rahat! ' diyerek sallana oyalana  bilgisayarda işlerimi halletmeye çalışırken, pat, Begüm uyandı. Ben de oyalanmadan hemen halletmeye karar verdim. Verdim ama daha resimleri yükleyemeden Begüm uyandı. Şu anda bir yandan kuzuyu zaptedip bir yandan yazıyorum, daha doğrusu yazaya çalışıyorum.


Kutlamadan önce doktor ziyaretine gittiğimiz için Begüm'ün karnı açtı. O yüzden pastadan önceki fotolar açlıktan dolayı ağlamaklı ve huysuz, pastadan sonrakiler mutlu. 
Ve mutlu son.. Begüm yiyecek birşeylere ulaştı...

Pastayı kestik sıra geldi yemeye...


                                     


Güzel güzel yerken, birden anneanne olaya el attı... 'Pasta öyle yenmez böyle yenir.' dedi ve sonuç:
'Aaaa, naptın anneanne?' fotosu:
'Sana kızsam mı, kızmasam mı bilemedim anneanne!' fotosu:
Birkaç fotoğraf daha ekleyecektim ama yeter bu kadar fotoğraf dedi sanıyorum blog. yeni fotoğraf yüklemiyor. O zaman bir sonraki posttan devam edelim :)