26 Aralık 2010 Pazar

Çıkmaz Demedik, Şansımızı Deneyeceğiz!!

Bu sene de yılbaşı geleneklerinden birini yerine getirdik. Milli piyangomuzu aldık. Bugüne kadar bana amorti bile çıkmışlığı yoktur. Çektiğim bilete bakılırsa bu sene de diğerlerinden farklı olmayacak: 1135554
Babam hep 'Sana çıkmıyor birşey ama, bir çıkacak pir çıkacak.' derdi. Gönül istiyor tabi ama bugüne kadar gçrmedik birşey. Bakalım bekliyoruz, deniyoruz. Pek ümidim yok yalnız kendi biletim hakkında. Bence benim çektiğim gibi, birşey çıkma ihtimali olmayan biletleri basmamalılar. Almasaydın diyebilirsiniz. Olmaz, uğuru kaçar, ilk çekilen alınmalıdır!!
Benim bilet yine milli piyango idaresini kazandıracak, ama belki diğerlerine çıkar birşeyler. Begüm'den ümitliyim mesela. İki bilete birden el attı biz de aldık ikisini de. Babası da çekti bir tane. Bakalım milyarder olacak mıyız???

Gördüğünüz gibi işim gücüm yok, bir de biletlerle sanatsal çalışma yaptım. Bütün çabalarım biletime birşeyler çıksın diye. :)

25 Aralık 2010 Cumartesi

9. Ay

Begüm bugün tam 9 aylık oldu. İyice hareketlendi. Merak arttı. Dün ilk defa çekmeceyi açabildi ve de içindeki herşey yere indi tabiki. Mumlar poşetinden çıktı, gözlükler kılıfından. İlk çekmece kazamızı da yaşadık  açılışı yapar yapmaz. Pratik bir şekilde açamadığından çekmeceyi, açmaya çalışorken elini sıkıştırdı.
Birlikte oynamaya daha açık artık. Oyunlarımıza kahkahalarla karşılık almak çok eğlenceli.
Tırmanmaya da başladı. Geçenlerde yakalamaca oynarken pufun üzerine çıktı kaşla göz arasında.
Eline aldığı oyuncakları birbirine vurabiliyor. Arada alkış yapıyor kendi kendine. Bilinçli olarak ya da bizim bildiğimiz sebeple yaptığını zannetmiyorum, çünkü çok alakasız zamanlarda yapıyor. Kendi kendine eğleniyorsa orasını bilemiyorum tabi.
Matruşkalarla oynamaya bayılıyor. uzun süre oyalanabiliyor onlarla. Aslında iç içe geçen, büyüklü küçüklü küplerden almak istiyordum ama, tam aradığm gibi birşey bulamadım. Ben de matruşkaları koydum önüne. İçiçe geçiriyor, birbirinin içinden çıkartıyor, yuvarlıyor, atıyor, birbirine vuruyor, oynuyor da oynuyor...
Çiçekler ilgisini çekiyor. Gidip yapraklarını kopamaya başlıyor -eğer önceden farkedemediysem- Farkettiğimde 'Hayır!' dediğim zaman duruyor. Bazen de hayır dediğimde duruyor, bana bakıyor, gülüyor, sonra yine uzanıyor çiçeğe. Sanırım beni deniyor. 'Hayır!' deyip, kaşlarımı çatıp, parmağımı sallıyorum arada. Bakıyor bakıyor, Sonra gülüp yaptığı şeye devam etmeye başlıyor. Sallamıyor yani beni :)
'Mam-ma', 'mem-me' diyor arada. Uyandığında yatağında ayağa kalkıp, kapıya dönüp, 'Mam-ma' diye beni çağırıyor.

Yürüme alıştırmaları hız kazandı. Birkaç saniye ayakta durabiliyor.Bazen biz ayakta durma alıştırmaları yapıyoruz, bazen de kendisi bırakıyor ellerini gözü kara kızım. Sandalyeye tutunurken, uzanıp sehpaya geçebiliyor. Masa altlarına, sehpa, sandalye altlarına girmeye bayılıyor.
Topla oynamak çok eğlendiriyor onu. Birkaç güne kadar  ben oynatıyordum, topa vurmasını ben sağlıyordum. Geçenlerde emekleye emekleye topun peşinden gitmeye başladı. Topu eliyle ittiriyor, sonra peşinden gidiyor.
Şarkı söylerken bana eşlik etmeye başladı.Genelde kucağımdayken eşlik ediyor tabi. Fısıldayarak şarkı söylediğimde de dikkat kesiliyor. 'Nereden geliyor bu ses?' diyordur kendi kendine herhalde. Bunu keşfettiğim de iyi oldu, bez değiştiriken durmadığında, ayaklandığında bu yönteme başvuruyorum. Kendi kendine konuşmaları da arttı. Evin içinde devamlı mırıl mırıl. Ben telefonda konuşurken de durmuyor o da başlıyor. Mırıldanarak konuşurken iyi de bağırmaya başlayınca karşıdakinin sesini duymakta zorlanıyorum.

Odada bırakıp çıkamıyorum, arkamdan ağlıyor hemen. Yanıma çağırdığımda, nerede olduğumu görüyorsa ya da biliyorsa pıtır pıtır peşimden geliyor.
Yemeğini kendisi yemek için direnmeye başladı. Geçenlerde kahvaltısını yediremedim, ne denediysem yemedi. Ben de tabağına doldurup önüne koydum. Parmaklarıyla mıncıklaya mıncıklaya yemeye çalıştı. ben de arada tıkıştırdım ağzına tabi. Alıştırma bardağı kullanmaya başladık. Çok hoşuna gidiyor bardaktan birşeyler içmek. 
Gelişmeler böyle işte. Bir dahaki ay, yepyeni gelişmelerle karşınızda olacağız...

16 Aralık 2010 Perşembe

Sanal Mağazadan Reel Alışveriş

Bu aralar bir alışveriş çılgınlığı sardı beni. Yılbaşı dolayısıyla eşe-dosta, konu- komşuya falan değil aldıklarım, hep kendime hep kendime. Hiçbir şey almazsam bir oje alıyorum, bir kalem alıyorum, ama almadan dönmüyorum.
Bir ara da internetten alışverişe takılmıştım. Ama korkumdan abartamadım. Üç-dört alışverişle sınırlı kaldı.
Şimdi birkaç siteden bahsedeceğim. Bazıları alışveriş yaptığım, bazıları da henüz yapmadığım ama en kısa zamanda (belki yarından da yakın) yapacağım siteler.

İlki markafoni. Birkaç kez alışveriş yaptım. Çevremdekiler de yaptı; kardeşim, kuzenlerim, arkadaşlarım... Bizde bir sorun çıkmadı. Ürünler gayet güzel elimize ulaştı. Fakat facebookta falan şikayetçi olanlar var. Ürün ellerine ulaşmamış falan filan... İsteyen bakabilir.





İkincisi Limango. Buradan hiç alışveriş yapmadım. Yapan var mı çevremden onu da hatırlamıyorum. Bir ara düzenli takip ediyordum. Ünlü bir modacının ismini kullanarak saat satışı yapıyorlardı. Bu modacının 'Ben saat tasarlamıyorum. Bazı sitelerde benim ismii kullanarak satış yapıyorlarmış.' açıklamasından sonra bu site gözümden düştü.

 Bir diğer sitemiz Trendyol. Buradan da alışveriş yaptım, Çevremden de yapanlar var. Yine sorun yok. Gayet memnunuz. Hatta bence bu site Markafoni'den biraz daha ucuz.







Unnado: Nurturia'dan görüp üye olduğum bir site. Alışveriş de yaptım ama bir kez. Ürün elime sorunsuz ulaştı. Ama biraz gecikme olmuştu. Sık sık kargoyu takip etmiştim ama sonunda ulaştı.






                                                          
 Sırada alışverişlerimin tasarı şeklinde kaldığı ve en kısa zamanda gerçekleşmesini umduğum üç site var.



İlki Strawberrynet. Bu üç siteden ilk keşfettiğim. Dediğim gibi henüz alışveriş yapmadım buradan ama kuzenim yüklü bir para döktü bu siteye. Bir-iki sene önce Boyner'den 250 TL'ye aldığım kremleri, strawberrynet'ten 150  TL civarında bir miktara alıyordum. Ama aldıktan sonra keşfettiğim için siteyi pek faydası olmadı.








Cheapsmells de yeni keşfettiğim bir site. Kardeşim sayesinde öğrendim. Kardeşimin iş arkadaşları eşlerine (dıdının dıdısı oldu farkındayım) hediye parfümleri bu siteden alıyorlarmış hep. Strawbeerynet'ten daha ucuz, ama çeşit daha az. Bir de sanırım  bir süredir buradan gelen ürünler biraz geç ulaşıyormuş.






Strawberrynet ve cheapsmells'in karşılaştırmasını yapan bir blog da buldum. Merak edenler için: Bakınız


Yine kardeşim sayesinde. Telefonuma kılıf almak için bakmıştım buraya. Fiyatlar süper. Türkiye'de 30 TL olan kılıflardan 1 dolardan başlayan fiyatlarla bulmak mümkün. Diğer bölümlere bakmadım, benim baktığım bölümde kargo bedavaydı. Yalnız sanıyorum bu siteden gelenler de biraz geç ulaşıyormuş elimize. Detaylı bilgi için ekşi sözlüğe bakabilirsiniz. Bu site de son zamanlarda birşeylerin (herhangi bir ürün vaya site olabilir) yorumlarını merak ettiğimde sık sık ziyaret ettiğim bir site oldu.
Bu kadar bahsedince sitelere teker teker bakasım geldi. :) Biraz takılayım ben en iyisi.. :)

15 Aralık 2010 Çarşamba

8.5'uncu ay

   Yine boşladım blogu. Yazmaya üşeniyorum. İnternette gezinmeye bile üşeniyorum. Aynı sayfaları açıp, beş dakika sonra da kapatıyorum.
Yerde oturmuş blogları karıştırıyorum. Bir ara da 'Kendi bloguma bakayım.' dedim, sonra da 'Bir iki satır yazayım bari dedim.'
Begüm karışıma oturmuş eline geçirdiği dergiyi parçalamakla meşgul. Arada karşısındaki aynaya bakıp, kendi görüntüsüyle iletişime geçiyor. Şu anda kendi görüntüsünü yemekle meşgul mesela. Gittikçe daha da büyüyor, bebeklikten çocukluğa geçiyor. 8,5 aylık oldu. 8. ayın başlarındaki ayağa kalkma çalışmaları sonuçlarını verdi. Yaptığı pratikler işe yaradı. Artık her türlü yükseltiye tutnarak hızlı bir şekilde ayağa kalkabiliyor. Her türlü yükseltiye tutunup ayağa kalkınca da, o yükseştide ne varsa olduğu gibi aşağıya indiriyor. Bu aralar favorileri raftaki cdler ve dvdler. Hanımın diğer favorileri:
  • Her türlü gazete, dergi, kitap yani yırtılabilir herşey
  • Kablolar
  • Kumandalar
  • Terlikler
  • Sehpanın üzerindeki bonsaim (ona diğerlerinden daha az yöneliyor neyseki)
Yani oyuncaklar dışındaki herşey Begüm'ün ilgi alanına giriyor. Açık bulduğu çekmeceleri dağıtmaya bayılıyor. Ben kıyafetleri düzeltirken, katlarken, o da gelip benim katladıklarımı tekrar bozuyor.
Tahta kaşıklar da ilgi alanında.
Konuşma konusunda da biraz ilerlememiz var. En sık kullandığı 'Mama'. Onun dışında anlamını bildiğimiz kelimeler kullanmadı henüz. Çığlıklar baya baya arttı.
Bilgisayara ilgisi çok fazla. Yanında nette takılırken, geliyor, işaret parmağıyla veya bütün eliyle tuşlara basmaya başlıyor.
Dün ilk defa makarna yedi. Tabağa koyup, önüne verdim. Önce eline aldı, inceledi. Sonra ağzında geveledi biraz. Sonra da luup diye içine çekip, mideye indirdi. Çok komikti.

Resimler haftasonundan. Malum heryerde yılbaşı teması var. Gittiğimiz alışveriş merkezinde de kutup ayıları vardı. Çok sevimlilerdi. Gerçek gibi bir yandan enstruman çalıp, bir yandan da sağa sola bakınıyorlardı.





Begüm Hanım'ın kahve keyfi. Gördüğünüz gibi Begüm kahve içerken, babaya biberonu kakalamış durumda... Baba da 'Buna da şükür.' diyerek biberondan suyunu içmek için yelteniyor.

Ve Begüm Hanım kahvesini yudumlarken...

6 Aralık 2010 Pazartesi

Tabiri Nedir?


Uzun bir aradan sonra komik bir rüyayla buradayım tekrar. Düşününce komik ama ben çok güzel duygularla uyandım. Begüm tarafından uyandırılmış olsam da düşününce gülümseme yerleşiyordu suratıma. Sabah unutmayım yazayım diye defalarca tekrarlamış olsam da içimden, yoğun güne yenik düştü hafızam ve büyük bir kısmı silindi. Nereden başladığını zaten hatırlamıyorum. Hatırladığım kısımlarda evdeyim. Aslında Mekan bizim ev ama annemlerinmiş burası. Aşağıda birileri var. Büyük insanlar ama ' İztop' tarzı birşeyler oynuyorlar. Sonra şehir merkezine geçiyoruz bir anda. Kuzenlerim var. Yeni ev mi almışlar, yoksa alacaklar mı tam hatırlamıyorum. Evi önce gezdik, sonra değerlendirmeye başladık. ' Aslında yeri çok güzel ama bir sokak arkada olsa daha iyi olurdu. Caddenin gürültüsü falan gelmezdi. Bebek de var hem. Ama ev çok güzel.' falan diye konuşuyorduk. Evin içinde oturuyorlar yalnız. Evi gezdikten sonra kuzenimle evin önünden geçen caddede yürüyerek bir yere gidiyoruz, bir yandan da evi değerlendiriyoruz işte. Sonra okul gibi mi yurt gibi mi, tam hatırlamıyorum, bir yere geliyoruz. Ben birşeylerin mücadelesini veriyorum. Oradan oraya gidiyorum. Birilerinden birşeyler almaya mı çalışıyorum, saklamaya mı çalışıyorum öyle bir şeyler. Rüyanın bomba kısmı ise şu: Rüyanın başından beri birisi beni kolluyor. Görmüyorum ama hissediyorum. Rüyanın sonunda bu kişi ortaya çıkıyor: Chuck Bass  :)) (Ed Westwick olarak değil Chuck Bass olarak kolluyor beni )  Hatta sonra da evlenme mi teklif ediyordu neydi.

Ahh nasıl unuttum ben bu rüyayı ya, yazsaydım keşke bir yerlere..
Sıklıkla takip ettiğim bir dizi olmamakla beraber yakaladığımda kaçırmamaya çalışıyorum Gossip Girl'ü. Fanatikliğim yok ama seviyorum.Chuck Bass de dizide favorilerimdendir. Kötü karakter -gibiydi başlarda, şimdi biraz daha iyi sanıyorum. İzleyemiyorum, bilemiyorum.- ama en çekici erkek karakter o bence. Diğer beyler pek cezbetmedi beni. Onun garip bir çekiciliği var. :))
Şimdi bu rüya ne demek?? Var mı rüya tabirinden anlayan? Bir tarafım açıkta kalmış riyalardan biri bence de, tabiri varsa da öğrenelim :)


Aslında bu rüya pek bir tanıdık. Dün akşam arkadaşımın izlediği -ve benim de eşlik ettiğim- Küçük Sırlar. Orada da böyle bir konu vardı.
Bu akşam da rüyanın ikinci bölümünü görmeyi bekliyorum, dizi misali. Bakalım...

9 Kasım 2010 Salı

Uçak Nasıl Kaçırılır?

Başlığı yazınca 'Rehin almak' anlamı da çıkabileceğini gördüm ama benim bahsettiğim kaçırmak bu değil: Zamanında yetişememek.
Şimdi tam olarak şöyle oluyor:
Anniş bütün gün bir yandan bebişle uğraşırken, bir yandan ortalığı toplar, bir yandan kalan bir iki parça çamaşırı yıkar.Akşam üstü de bebişi sevmeye gelen misafirlerle uğraşır. Halen götüreceği eşyaları toparlamış değildir. Akşam olur. Anniş bebişi uyutur. Babiş ve misafirlerle yemeklerini yerler. Misafirler gider. Aniş eşyaları hazırlamak için harekete geçer. Bebiş uyanmasın diye loş ışıkta, kırk saatte anniş eşyalarını hazırlar. Sabah eklenecek bir iki parça eşya için bavulu açık bırakır. Saatini kurar ve yatar.
Uçak saat 7:00'dadır.
Anniş bir uyanır, saat 5:15. Hemen kalkar. Bavula yerleştirilecekleri yerleştirir. Babişi uyandırır.(Babiş işi dolayısıyla biraz geç gelmiştir ve hafif alkollüdür. Anniş kıyamaz, babişin hızlı hazırlanmasına da güvenir ve biraz geç uyandırır. (Uçağın kaçmasındaki ana sebep de budur. Buradan çıkacak sonuç: Acımayacaksın, uyandıracaksın.) Babişin de o gün oyalanacağı tutar. Sonuç olarak evden geç çıkılır. Havaalanına varıldığında yolcular uçağa alınıyordur ve artık chek-in yapılmıyordur. Hemen sun express bürosuna gidilir ama oradaki bayan suratsız bir şekilde 'Yapabileceğim birşey yok.' der. Tırıs tırıs geri dönülür. Uçağı kaçırmanın gerginliğiyle, karşılıklı bir-iki söylenilir. Sonra bari kahvaltı yapalım diye Köy Değirmeni'nin yolu tutulur. Akşamki uçağa bilet alınır.
Aslında chek-in kapandıktan sonra uçağa alınabiliyormuş. Eşim bir kez binmiş uçağa o şekilde. Bavullarla binmiş uçağa. Ama bizim gittiğimiz hafta uçaklar çok doluydu. Normal zamanlarda 60-70 TL'ye aldığımız biletler 300 TL'nin üzerine çıkmıştı. O sebeple chek-in'i diğer zamanlardan erken kapatıp, gelmeyen yolcuların biletlerini satıyorlarmış. Bizim biletler de satıldı gitti yani.
Bir de biz biletleri kredi kartında biriken millerle almıştık. Yeniden bilet alırken telefonda görevli bayan 'Bize haber verseydiniz biz sizi aldırırdık uçağa.' demiş. Bizim gibi bankadan bilet alıp, uçağı kaçıran ve de böyle birşeyden haberi olmayan olur da bu blogu okur belki diye yazıyorum. Bizim durumumuza düşmesin kimse yani.
Tırıs tırıs geri dönme durumu çok komik oluyor ama.
Bunların dışında diğer deneyimlerimi aktarayım.Aslında birçok blogda var bukonular ben de kısaca değineyim:
  • Uçağın kapısına kadar bebek arabasıyla gittik. Güvenli kontrollerinde Begüm'ü görevlilere verdim.
  • Bebek arabası çok kirleniyor ve güneşliği falan çıkabiliyor, parça parça topluyorum arabayı diye büyük bir poşete sarıp vermiştim arabayı ama poşet parçalandı, araba yine kirlendi. Ama bu kez daha az kirlendi ve de tek parça elime ulaştı. Buna rağmen tekrar poşetlemekle uğraşmayı düşünmüyorum. Kılıfı çıkarıp yıkamak daha işime geliyor.
  • Uçak kalkarken, bebeği emzirmek, su içirmek veya emzik vermek öneriliyor.(Cümledeki devrikliği bulunuz. En sık çıkan sorulardandı bu tarz cümleler.) Ben de isteğine göre emzirdim veya su verdim. Uçak inerken emerken uyudu zaten.
  • Uçakta oyalansın diye yanıma oyuncak almıştım. Ama hanım kızımız oyuncaklardan çok dergilerle ilgilendi. Yanımıza oturan amca ve teyzeler de oyalama konusunda yardımcı oldular.
  • Kızım ve ben yolculuk yaptık, eşim yoktu yanımızda. O yüzden bavulları beklerken Begüm'ü çıkışta bekleyen anneanne-dedesine veya babasına verdim. Yanıma kanguru da almıştım ama gerek kalmadı. çıkışta bekleyen yoksa kangurunun faydalı olacağını düşünüyorum.

İzmir'de Begüm

İzmir'e biricik teyzoşumuzun yanına gitmiştik. Malum anneanne ve dede de oradaydı. Begüm'e ilgi yoğundu. Beklendiği üzere huyumuz suyumuz da değişti tabi. En başta da uyku düzenimiz: uyku saatlerimiz ve uyuma şeklimiz. İzmir'de geceleri 22:00 civarında uyumaya başlamıştı. Gündüz uykularının ise belirli bir saati yoktu, her zamanki saatlerinde uyumuyordu. En kötü olan ise (benim için) yeniden emerek uyumaya başlaması oldu. Yer yatağında uyumak yerine sağa sola sürünmeye başlayınca eski yöntemimize geri döndük.(Kendi düşen ağlamaz derler ama ben ağlıyorum.) Bayramda sonra bir yatır kaldır uygulamamız daha olacak sanıyorum :)

Yine yoğun ilgiden sanıyorum, benden bağımsız, kendi başına geçirdiği zamanlar kısaldı. Biraz kendi halinde takılıyor, sonra kucak istemeye başlıyor.
Yemek yeme konusunda da problem yaşayacağımızı düşünüyordum. Ymek yerken 50 kişi etrafında şaklabanlık yapıyordu çünkü hanımın, ama öyle olmadı. Yine mama sandalyemizde bir süre sorunsuz yiyoruz, sonra ufak çaplı şaklabanlık yapıyoruz.
Evin içinde devamlı konuşan insanlar görünce, kızım da konuşmaya özendi. çıkardığı gürültüler arttı. Aaa, aauular arttı iyice. Bbbb, bubbblar başladı. Hatta arada yanlışlıkla baba bile çıkıyor :)
Emekleme alıştırmaları devam ediyor. Şimdilik ellerinin dizlerinin üzerinde duruyor bir süre, ilerlemeye çalışınca tekrar sürünme pozisyonuna dönüyor. Koltukları kenarına gelip bir eliyle koltuğa tutunup dizlerinin üzerinde doğrulmaya başladı. Geçen gün de yatağın kenarına tutunup ayağa kalktı.
Peluş oyuncaklar hoşuna gidiyor. Mağazada peluş tavşan görmüştüm, Begüm'e gösterdim. Kıkır kıkır gülemeye başladı :) devamında gösterdiğimiz ayılara, ördeklere, köpeklere de aynı tepkiyi verdi.
İzmir diye başladı post, İzmir'le bitsin. Ben hayatımda İzmir kadar bebek sever memleket görmedim valla. Antalya'da, Eskişehir'de de seviyorlar Begüm'ü ama İzmir'de hit oldu çocuk :) Her gittiğimiz mağazada önümüze geçip dakikalarca sevenler, yolda durdurup sevenler, durdurmadan sevenler, öpenler, yanağını, elini, ayağını okşayanlar... (İzin almadan cuk diye çocuğu öpüyorlar sinir oluyorum diyen anneleri şimdi çok daha iyi anlıyorum) Hatta bir mağazaya girdik. O sırada Begüm uyuyordu. Uyur halde bir posta sevdi reyon görevlileri. Uyanınca da toplaştılar etrafımıza (10 kişi rahat vardı), öyle sevdiler. Bizimki de, sağolsun sevgi gösterilerini geri çevirmiyor. Şımarıyor, gülücükler dağıtıyor, aa-uu sesler çıkartıyor, kollarını-bacaklarını sallıyor. Görevliler daha fazla seviyor. Ben kucağımda Begüm'le kalakalıyorum. Annemler beni bekliyor. Olan bize oluyor yani. Bir keresinde de, bir abi eşliğinde mama yedi Begüm. Adam oyaladı, ben yedirdim. :) İşime geldi benim de. :)

5 Kasım 2010 Cuma

İzmir Gezisinden Sepete Düşenler

Ooof! Yazmayı unutmuşum vallahi. Nereden başlayacağımı, neyi hangi sırayla yazacağımı bilemiyorum. Okadar çok şey birikti ki... Şimdiden uyarayım: Karışık ve saçmasapan bir yazı olabilir.
Daha önce de söylediğim gibi on gün İzmir'de kaldık. On gün boyunca hergün gezdik, ama yine de bana yetmedi. Biraz verimsiz gezdik. Aslında Begüm'le gezebileceğimiz en verimli şekilde gezdik. Begüm'ün uyku seanslarından dolayı öğleden önce dışarı çıkamadık. Hatta ilk günler acemiliğimize geldi, taa akşamüstü çıkabildik. Gezmekten kasıt alışveriş tabi. Alışveriş yapabileceğimiz yerlerde takıldık genelde. Dedemiz isyan edip üçüncü gün bizimle takılmaktan vazgeçti ve Begüm bizim başımıza kaldı.(Biz reyon-dükkan gezerken Begüm'e dedesi bakıyordu.) Ama durumu idare ettik tabi.
Neler aldık, neler keşfettik??
Ek gıdaya başladığımızdan beri, çarşıya pazara giderken Begüm'ün yemeklerini taşımak için bir kap arıyordum. Sızdırmayan ve de mümkünse sıcak tutan. Konak YKM'de buldum. Lock&Lock'un beslenme çantası. Sızdırmama özelliği çok iyi. Kapağını açarken bile zorlandım bazen. Fakat sıcak tutma konusunda beklentilerimi karşılamadı. Çantanın içi alüminyum kaplı fakat sıcak koyduğumuz çorba soğudu. Ne kadar süre sonra soğudu onu bilemiyorum saate bakmak hiç aklıma gelmedi. Ama yine de ılık olmasını bekliyordum ben, buz gibiydi.
Yine bir süredir almak istediğim ama ertelediğim birşey: Muffin kalıbı. Yine YKM'den, Dr. Oetker muffin kalıbını aldım. henüz denemedim. Hatta bavula sığmadığı için, uçakta taşımam zor olacağı için eve bile getiremedim (kısmetse bayramda annemlerden alacağım:) ) Çok sevdiğim, minicik keklerden yapar yapmaz burada da paylaşacağım. Tarif önerisi olan varsa değerlendirmeye açığım :)
İkea'dan Begüm'ün odası için dekorasyon amaçlı bir sürü ıvır zıvır aldım. 7 aylık olmuş bebişim hala odasında yatmadığı için, odasının dekorasyonuyla fazla ilgilenemedim. Yavaş yavaş daha sevimli hale gelecek odası. Ne zaman odasına geçeceği de ayrı konu. Ben bu aralar geçirmeyi planlıyorum aslında ama klimayla ısıtmaya çalıştığımız evimizde hasta mı olur kuzu diye biraz caymaya meyilliyim.

2 Kasım 2010 Salı

Uzun bir ara

Uzun bir aradan sonra yeniden buradayım. 10 gün önce İzmir'e gittik Begümkuş'la ve bu sabah döndük. İzmir'de gündüz sokak sokak gezmekten, akşam yorgunluktan bloga giremedim bile. Yazılacaklar birikti. Ama telafi edeceğim en kısa zamanda.

14 Ekim 2010 Perşembe

Başbaşa

Bugün Begüm kuzuyla bir ilke daha imza atacağız. İlk kez doktora birlikte, yalnız gideceğiz. (Daha önce yalnız, kısa bir araba yolculuğu yapmıştık. Ama hemen babamızla buluşmuştuk. Başbaşa gezinmemiştik hiç.) Sonrasında da hanımefendi ve de hava müsade ederse Antalya sokaklarında gezinmeyi planlıyorum. Bakalım, kısmet. Bebekle gezinme işleri kısmete bağlı geliyor bana artık, nedense???....  :)

12 Ekim 2010 Salı

'Büyümek' Meselesi

İlk dişleri Begüm!ün ağzında görünce acayip heyecanlanmıştım. Gün boyunca aklıma geldikçe, bir şekilde ağzını açtırıp bakmaya çalışıyordum. İşte olan babayı arayıp, onu da heyecanlandırıp meraklandırmak için elimden geleni yapıyordum: Beli aralıklarla arayıp sürprizi hatırlatıyordum, sürprizin ne olduğu çözememesini sağlayacak ipuçlar veriyordum...
Ama itiraf ediyorum, bu diş çıkarma olayına çok bozuldum. Diş çıkarması büyümesi demek. Hem de bir anda, pat diye, 'Ben büyüyorum.' demek.
Çok bozuldum.
Her gün, yavaş yavaş, çaktırmadan biraz daha büyüyor. Ama dişler insanın gözüne sokuyor kuzunun büyüdüğünü.
Bazen hayal kuruyorum ben de: Yürüsün, konuşsun, anne-baba desin, resimler yapsın, buzdolabına asalım, duvarları koltukları boyasın, kızalım... Ama sanki daha çoook varmış o zamanlara gibi geliyordu. Hep böyle minik kalacak, kucaklayacağım, rahat rahat öpüp sarılacağım, kaçmayacak kucağımdan gibi geliyordu. Öyle değilmiş işte. Nasıl altı ay göz açıp kapayana kadar geçtiyse, o günler de çabucak gelecek...
Her yaşının, her ayın, her anın ayrı güzelliği var. En iyisi hepsinin tadını çıkarmak, dolu dolu yaşamak.

10 Ekim 2010 Pazar

Güzel Bir Gün

Tembel oldum vallahi. On gün olmuş. İçimden geçiyor yazmak ama bilgisayar başına oturup da yazmaya çok üşeniyorum. Ama kafamın içinde şunu da yazayım bunu da yazayım diye dönüp duruyor taslaklar. Bir yere kaydetmeyince yarısı uçup gitmiş olabilir tabi.
Dün biraz alışveriş yaptık. Begüm doğduğundan beri kıyafet konusunda yüzü gülmeyen ben, mutlu mesut bir şekilde eve döndüm.
Önce Begüm'e alışveriş yaptık. Kış için hazırlık yaptık biraz. Uzun kollu body, tayt, çorap falan filan aldık. Malum kuzunun gardıropu her mevsim baştan döşeniyor. Bir de mont lazım kuzuya. Gitik mont reyonuna. En üst, en sağ askıda bir tanecik kıpkırmızı bir mont. Eşim de ben de ilk onu görmüşüz. Hemen el attık, bedenine baktık. Yüzümüz asıldı. Bizimkine iki beden büyük. Hadi bütün kış giysin diye bir beden büyük alalım dedik, yine büyük. Kuzuyu aldık kucağımıza, giydirdik montu, içinde kayboldu. Bir tanecik kalmış askıda, belki depoda vardır diye bir umut reyon görevlisine sorduk, 'Yok!' dedi. yıkıldık. Daha doğrusu ben yıkıldım. Hani bir şey görürsün -elbise, etek, pantolon-, çok hoşuna gider, bayılırsın, almazsan günlerce aklından çıkmaz... öyle bir mont işte. Alınacak, kafaya koyduk.Kasadan soracağız: -Eskişehir'de var mı? Varsa anneme telefon... Ama yok, Eskişehir'de de yok. -Peki İzmir'de var mı? Varsa kardeşe telefon... İzmir'de de yok. Ama ama bir saniye. Antaya'da var. Meğer depoda varmış bir tane, tam istediğimiz beden. Hemen kaptık aldık tabi. Benim ağız kulaklarda tabi. Görevlinin depodan geliş sahnesi hala aklımda :)
Begümkuş'un alışverişini bitirdikten sonra benim alışveriş seansım başladı. 'Ver elini Zara' yaptık. Zara'da 40 bedene anca sığabilmiş olsam da kabine aldığım altı parçanın üçüyle kasaya ilerlemek benim için büyük bir mutluluk. Zira Begüm doğduğundan beri kabine 6-7 parçayla girip, bir parçayla çıkıyorum, o da şanslıysam. İki adet pantolon -ne zamandır o tarz bir şey arıyordum- bir adet bluz, kısa günün karı. Aslında biraz daha alışveriş yapabilirdim ama 4 saattir kapalı mekanda olunca ailecek daraldık, attık kendimizi dışarıya.






Bir de bozulan blenderımın yerine yenisini aldım. İnternetteki yorumlara göre güzel bir alet. Çalışırken sesi az çıkıyormuş. İki kabı olması avantaj, ama küçük olan gerçekten küçük. Bütün parçalarını hemen denemek istiyorum aslında ama önce üzerime yapışan üşengeçliğimden kurtulmam lazım.




Bunların dışında boğazımıza da harcadık tabiki. Ekmek almak için girdiğimiz fırından kurabiyeler, profiteroller, kazandipleri, böreklerle çıktık. Bir yandan 'O da olsun, bu da olsun.' derken, bir yandan da 'Hem hiçbir kıyafeti yakıştıramıyorsun üstüne, hem de hominigırtlak götürüyorsun tatlıları. Müstahak sana!' diye içimden söyleniyorum. Ama hepsini aynı anda yemiyorum ki, kontrollü yiyorum. Hem ben emziriyorum. Oooh yiyim de süt olsun. :)

30 Eylül 2010 Perşembe

Kara Göründü!

FLASH, FLASH, FLASH!!! Sonunda beklenen oldu: Begüm'ün ilk dişleri çıkıyor. Beklendiği üzere alt dişler. İkisi birden çıkıyor. Tam 6 aylık 5 günlükken...
Bu sabah annemle konuşuyordum telefonda. Begüm de kanguruda, kucağımdaydı. Konuşurken ara ara da Begüm'e bakıyorum tabi. Bir ara esnedi, baktım altta iki tane çizgi. Anneme anlattığım şeyi yarıda kesip 'Anaa, dişleri çıkıyor Begüm'ün!' deyiverdim.Heyecan yaptık tabi annemle. Telefonu kapattıktan sonra hemen ilk dişlerimizi fotoğrafladım tabi :) Bir elle Begüm'ü zaptedip, diğer elle fotoğraf çekmek beni biraz zorladığı için çok net olmadı foto. Ama dişler belli oluyor neticede :)
Çok heyecanlı yahu :)
Böylece bir kaç gündür gecede bilmem kaç defa uyanmasının ve de bir iki gece ağlayarak uyanmasının sebebi buymuş. Yine de çok ızdıraplı geceler(her uyandığında emzirdiğim-evet hala- için bana öyle gelmiş de olabilir) veya gündüzler, sebepsiz ağlamalar olmadı. Sakin bir diş çıkarma dönemiydi. Darısı diğerlerinin başına...

29 Eylül 2010 Çarşamba

Bitkisel Bir Yazı...

Malum önümüz kış. Özellikle kış aylarında bitki çaylarıyla daha fazla muhatap oluyorum. Yaz kış demeden, sık sık ve zevkle içtiğim çaylar da var tabi. Bakalım hangi çay neye iyi geliyormuş:
  • Adaçayı: Mide va bağırsak gazlarını giderir. Mide bulantısını keser. Hazım sisteminin düzenli çalışmasını sağlar. Boğaz, bademcik ve dişeti iltihaplarını giderir. Antiseptik özelliği var. Bakterilere, virüslere, mantar hastalıklarına karşı etki gösterir. Göğsü yumuşatır. Astımdaki sıkıntıları geçirir. İdrar ve ter söktürür. Hazım sisteminin daha iyi çalışmasını sağlar. Sinirleri yatıştırır. Cilde iyi gelir. Banyo suyuna katılıp yıkanılırsa; zindelik verir. Günde, 3 kahve fincanından fazla içilmemelidir.
  • Sarı Kantaron: Hazmı kolaylaştırır. Mide yanmalarına iyi gelir. Heyecanı yatıştırır. Uykusuzluk durumunda rahatlatıcı etkisi vardır. Kendinizi daha iyi hissetmenize yardımcı olur. Sarı Kantaron'dan hazırlanan eriyik yaralarda yanıklarda, harici olarak kullanılabilir.
  • Biberiye:  Kabızlığı giderir. Sindirim sistemine uyarıcı etki yapar. İdrar söktürür. Baş ağrısına iyi gelir. Dolaşımı canlandırır. Vücuttan zehirli maddeleri atmaya yardımcı olur.
  • Ihlamur: Ihlamur çiçeği yatıştırıcı, idrar verici, göğüs yumuşatıcı ve balgam söktürücü olarak çay halinde kullanılır.Ihlamur çiçeği banyosunun da yatıştırıcı bir özelliği vardır. Balla karıştırılıp içilirse mide ülserine faydalıdır. Kan dolaşımını düzenler. Öksürüklerde yumuşatıcı rahatlatıcı ve terletici etkilere sahiptir.Uykusuzluk problemine yardımcı olur.
  • Kuşburnu: Çok yoğun vitamin zenginliği nedeniyle gözlerin dostudur. Vücuda dirilik sağlar. 100 gram kuşburnunda bir sandık portakala eşdeğer C, B1 ve B12 vitamini vardır. Besleyicidir. İyi bir raşitizm ilacı, etkin bir kan temizleyicisidir. Güçlü bir kurt düşürücü ve bağırsak yumuşatıcısıdır. Mide kramplarına ve sindirim sistemi zorluklarına karşı faydalıdır. Enfeksiyonlara ve bulaşıcı hastalıklara karşı vücut direncini arttırır. Nezle ve gribe karşı koruyucudur. Kuşburnu A vitamini ve karotenoidler içermesi nedeniyle gece körlüğü ve diğer göz problemlerine iyi gelir ve bağışıklığı arttırır. Kansere karşı koruyucu etkisi vardır. Romatizma ağrılarını gideriyor. Basur tedavisinde iyi sonuç veriyor.
  • Nane: Hafif antiseptik özelliği vardır. Mide bulantılarına karşı etkilidir. Koku verir. Ferahlatır. Çarpıntıya iyi gelir. Soğuk algınlıklarında öneriliyor. Sinir sisteminde yatıştırıcı etki yaparak uyku problemlerine yardımcı olur.
  • Papatya: İdrar çoğaltıcı, iştah açıcı, yatıştırıcı ve gaz söktürücü etkilere sahiptir.Bakterilere karşı oları etkisiyle iltihapları giderir, içimi son derece yumuşak bir çaydır. Boğaz, solunum yolu, mide ve bağırsak iltihap ve ağrılarını gidermede faydalıdır. Haricen deri ve mukoza iltihaplarında kullanılır. Bebeklerde ve küçük çocuklarda gaz söktürücü olarak kullanılır.
  • Rezene: Mide ve bağırsak hareketlerini arttırır. Sindirimi düzenler.Sancıların giderilmesine yardımcı olur. Gaz söktürücü ve süt artırıcıdır. Göz damarlarını kuvvetlendirir.
  • Yeşil çay: Yeşilçay içerisindeki kateşinler sayesinde; kanser riskini azaltır, tümörü küçültür. Kolesterolü düşürür. Tansiyonu dengeler. Kan şekerini ayarlar. Bakterileri öldürür. Ağız kokusunu önler. Grip virüsünü öldürür. İçerisindeki vitamini sayesinde performansı olumlu yünde etkiler. Yorgunluğu ve uyku halini ortadan kaldırır. İdrar söktürücüdür. Stresi azaltır Kan damarlarını güçlendirir. Diş çürümesini önler, içerisindeki E vitamini sayesinde antioksidan olarak rol oynar. Yaşlanmayı geciktirir. Kanser hücrelerinin gelişmesini önler. Akciğer, mide, bağırsak, karaciğer ve deri kanserlerini önleyici etki yapar. Damar sertliğini önler. Kemik erimesini engeller. Kilo verdirir. Migrene faydalıdır.(İnternetten derlemedir.)
Benim favorilerim yeşil çay ve rezenedir. Daha önce de söylemiştim, hasta olduğumuzda doktorumuz papatya çayı önermişti. Annem de kuşburnu içmemizi söylemişti. Kışın da yine annemin yaptığı ıhlamur çayından sık sık içerdik. İcine ıhlamurdan başka elma kabuğu, çubuk tarçın ve birkaç damla limon suyu eklerdi. Begüm doğduktan sonra da en sık içtiğim çay rezene oldu, malum süt arttırıcı özelliği var.

İlk Dönüm Noktası

Neymiş bu 6. ay... Bir nevi dönüm noktası. 1. yaş ne kadar önemliyse, 6. ay da bir o kadar önemli. Bütün eşyalarımız yavaş yavaş değişiyor. Hafta sonu, cumartesi günü, tam da 6. ayımızı doldurduğumuz gün, mma sandalyesi almak için bebek mağazasına gittik. Evde yaptığım ufak çaplı bir araştırma ve görevlinin yönlendirmesiyle Chicco Polly mama sandalyesi aldık. Yine görevlinin yönlendirmesiyle, aklımızda yokken bir de araba koltuğu aldık. Araştırmadan, damdan düşer gibi aldığımız için, bir şey alırken 50 defa düşünen ben, kafamda soru işaretleriyle, 'acaba'larla çıktım mağazadan. Misafirlerle dolu haftasonu ve devamında yoğun geçen hafta içi trafiği nedeniyle takip eden günlerde de pek bir araştırma yaptığımı söyleyemeyeceğim. Güvenli diye duyduğum birkaç markadan biri olması birazcık içimi rahatlatıyor, kötü bir tercih yapmadığımı düşünüyorum. Doğumdan önceki alışverişlerimizi de aynı mağazadan yaptığımızı ve yanlış tercihle aldığımız bebek arabasını ve de istediğimiz gibi gelmeyen karyolayı değiştirdiğimizi, görevlinin de bunları bildiğini gözönüne alarak bu sefer de değiştirme yapmamamız için ilgi göstereceklerini düşünmüştüm. Öyle de oldu sanıyorum.( Ne uzun cümle oldu yahu. Orta okulda öğretmenimiz 'Cümleyi ne kadar uzun kurarsanız hata yapma ihtimaliniz o kadar artar.' demişti. Umarım hata yapmamışımdır.) Haftasonu alışverişimiz bunlarla da kalmadı tabi. Almışken yeni birkaç kıyafet, pijama ve önlük de aldık kuzuya. Bir ara da küçülenleri kaldırmak lazım tabi..
Bebek arabamızı da değiştirdik. Değiştirdikten kastım, oturak kısmını değiştirdik. Begüm'ün oturma izni olmadığından hala oto koltuğunu arabadan çıkarıp bebek arabasına takarak kullanıyorduk. Artık pusetimizi puset şeklinde kullanıyoruz. Ama eski sistemimizin rahatlığını arıyoruz. Begüm bebek arabasında uyuyakaldığında arabaya aktarmak çok kolay oluyordu ve uyanmıyordu. Şimdi ise uyanıyor. Bize de uyandırmadan oradan al, buraya koy biraz zor geldi. Buna da alışacağız elbette...

27 Eylül 2010 Pazartesi

Buçuk yaşında...

Begüm cumartesi tam 6 aylık oldu. Bebeklikten çocukluğa doğru hızla yol alıyor. Davranışlarıyla hareketleriyle ben büyüyorum diyor sanki. Her hareketi artık daha bilinçli... Kıpır kıpır, sanki 'bir yürümeye başlayayım, tutamayacaksınız beni.' diyor. Kendi çapındaki konuşmaları arttı, vurgular kullanıyor artık. konuşurken yüzüne bakmıyorsak bakana kadar cıvıldamayı sürdürüyor. Baktıktan sonra da gülüşmeye başlıyoruz.
Bir an önce yürüsün konuşsun istiyorum bazen, bazen de hep böyle kalsın istiyorum. Çok hızlı büyüdükleri bi gerçek, keşke bu anları biraz daha uzatabilsek, büyüme hızlarını yavaşlatabilsek..

19 Eylül 2010 Pazar

Anne-Kız Hastayız...

Önce Begüm hastalandı. Pazartesi günü burnu akmaya başladı.Çok sık değildi, hali de pek hasta gibi değildi zaten, ateşi yoktu, öksürüğü yoktu, huzursuzluğu yoktu. Burun akıntısı geçmeyince çarşamba doktorumuzu ziyaret ettik. Grip olmuş kuzucuk. Doktorumuz Çinko, ateş düşürücü ve serum fizyolojik reçete etti. Papatya çayı önerdi. Burnunun tıkanmaması çok önemli dedi. Çünkü bebeklerde orta kulak iltihabına neden oluyormuş. Bunu üstüne basa basa birkaç defa söyledi. Öksürük başlarsa haberleşelim dedi. Şimdilik aramayı gerektirecek kadar öksürüğü yok, nadiren öksürüyor. Begüm'ün durumu iyi ama ben de hasta oldum, ondan bana bulaştı sanırım. İki gün boyunca içtiğim ıhlamurlar, papatya çayları, ballı sütler boğaz ağrımı geçirmeye fayda etmedi ve her zaman olduğu gibi boğaz ağrısı burun akıntısına dönüştü. Sanırım bugün enfeksiyonun en yoğun olduğu gün, kendimi çok halsiz ve de yorgun hissediyorum. Burnum devamlı tıkalı, hafiften bir baş ağrısı var ve  gözlerim yanıyor. Begüm'ün durumu benden iyi. Onunla ilgileneceğim zaman maske takmaya özen gösteriyorum. Umarım tekrar benden ona bulaşmaz.
Babamız bugün balığa çıktı. Şöyle balıklarla bir fotoğraf eklemez isterdim ama adamcım eli boş döndü. Pek balık yokmuş dediğine göre. Tuttuğu beş-on barbunu da, sepeti denize düşürmek suretiyle kaybetmiş. Biz de naptık, gittik arkadaşımızın balık restonanında balıkları mideye indirdik. neye niyet neye kısmet işte...
Resimsiz olmasın bu post. Bu bizim kızın kankisi :) Anneannesi ördü. Saçlarını da ben yaptım :) Ben Begüm'den daha çok sevdim. Daha yapılırken talip oldum kendisine ama anneanne izin vermedi. Eve dönünce başka talipleri de çıktı ama vermedik kimseye, Begüm'ün kankisi o. Anneanne başka örünce feda edebiliriz ama, nitekim anneannenin içine pek sinmedi. 'Acemilik oldu bu, hem de aceleye geldi.' dedi. Teyzesi de travestiye benzetti, :)

Cumartesi günü babsı ilk kez Begüm'e şeftali yedirdi. Sonuç pek temiz olmasa da babişi, tabağın hepsini yedirmeyi başardığı için başarılı sayıyoruz.

15 Eylül 2010 Çarşamba

Eskişehir'den bildiremedim

                            
Uzun ve çabuk geçen bir Eskişehir tatili oldu. Akraba ziyaretleri, iftar yemekleri, alışveriş derken bloga yazmayı bırak bilgisayarın başına oturamadım. Bir sürü şey birikti aklımda, bazıları silindi gitti.
Cuma gecesi sahurda Eskişehir'deydik. Cumartesi günü dedem bütün aileyi toplayıp bir iftar yemeği verdi. Genelde bayramlarda toplaşırdık böyle. Herkes birarada, gırgır şamata... Begüm ailenin en küçüğü olarak bütün ilgiyi üzerine topladı tabi. Yoğun ilgiden bunalıp biraz da mızırdandı hanımefendi. Duygusal anlar da yaşandı. Dedem bir konuşma yaptı  'Bu sene kendimi iyi hissetmiyorum', 'Hakkınızı helal edin.' cümlelerini içeren. Düşüncesi bile kötü. Eninde sonunda olacak ama yine de insan olabildiğince geç olsun istiyor. Allah uzun ömürler versin.
Çarşamba günü, malum, Eskişehir'de 'Çar-Pa' günü, yani çarşamba pazarı:) Annesinin her fırsatta mutlaka uğradığı Çar-pa'yla Begüm Hanım da tanıştı.Her zaman değil ama genellikle çok güzel şeyler bulabiliyorum Çar-pa'da. Mesela Begüm'ün ilk birkaç aylık kıyafetleri Çar-pa'dan. Annem oradan bir havlu almış, benzerinden bir tane daha istiyorum ama aynı kalitede bir havlu mağazalarda bulamadım henüz. Sonraa bir tunik aldım 10 TL'ye, kumaş ve de model olarak aynısını Koton'da gördüm.(Orada görünce sevindim tabi:) )Böyle bir yer işte Çar-pa. Begüm de baya bir zevk aldı pazar gezmekten. Kızımız pusetinde olan şebekliği yaptığı için, gelen geçen pek bir sevdi hanımkızımızı. Önüne gelene gülücük dağıtır, ayağını ağzına alır, kollar bacaklar kıpır kıpır zaten. Ama kazasız belasız atlattık pazar maceramızı da.
2 Eylül, Eskişehir'in kurtuluş yıldönümü. Biz de kendimizi sokağa attık yemekten sonra ama birz geç kalmışız. Marşlar eşliğinde geçen gondollara ve havai fişeklere yetişebildik. Begüm de ilk havai fişek gösterisini izlemiş oldu. O sırada uyuduğunu göz önüne alırsak izledi demek pek doğru olmaz aslında, korkuyla gözlerini açtı ve etrafı izledi diyelim.(Havai fişekler tam tepemizde patladı da) Sonra da uzun süre uyumadı :)
Sonraki günler iftara misafir alma, iftara misafirliğe gitme, bayram için alışverişle geçti. Bu alışverişlerden en karlı çıkan da Begüm oldu tabi ki. Annemle hızımızı alamayıp bir kaç tane bayramlık alıvermişiz kuzucuğuma. Bayramda her güne ayrı kıyafeti oldu hanımın.
İki hafta boyunca Begüm kucaktan kucağa gezdi durdu, ben de annelikten ufak çapta bir tatil yaptım. Sabahları Begüm uyandığında emziriyordum, sonra da Begüm hoop anneanne ve dedenin yatağına ya da kucağına transfer oluyordu. Ben de yarım kalan uykuma devam ediyordum. O zamanlar güzel oluyor ama dönünce eski düzene dönmek biraz zor oluyor, çabuk alışıyor insan uykuya. Begüm kucaktan kucağa, ordan buraya derken bir çok ilke de imza attı. Artık kuzucuk yatar pozisyondayken oturur pozisyona kalkmaya çalışıyor, tek kolunu üzerinde doğrulmaya çalışıyor. Doktorumuz her ne kadar oturtmayın dese de meraklı akrabaların oturtma denemelerine olumlu yanıt verdi. Kendi çapındaki yuvarlanmaları arttı.Göbeğinin üzerinde sağa sola 360 derece dönebiliyor. Değişik lezzetler de tattı: Salatalık, kavun, üzüm, erik...
Yemek konusunda anne de nasibini aldı tabi. İzmir'deki alışkanlığımzı Eskişehir'de de devam ettirdim: Her akşam dondurma. Arada boş geçen akşamlar da oldu tabi. Şöyle de kötü bir durum gelişti tabi, artık kendimi durdurmakta zorlanıyorum, tutmasan yarım kilo dondurmayı tek başıma bitirebilecek kapasiteye geldim yani. Önceden anneme kızardım hep, şimdi ben de onun gibi oldum. Dondurmaları löpür löpür götürünce, kiloda da değişim oluyor tabi. Doğumdan sonra herkes ''3-5 ayda verirsin, göbek möbek kalmaz.'' diyordu. Kimse benden böyle bir yeme performansı beklemiyordu tabi, ben bile beklemiyordum. Demek ki onca yıl içime atmışım, bir kez kilo alınca koyverdim gittim sanırım. Etraftakiler benim yeni halimden memnun aslında, ''Önceden bildiğin sıskaydın, şimdi iyi olmuşsun.'' diyen bile oldu. Ben ne kadar memnunum soran yok. Kıyafet alırken hiçbir şeyi yakıştıramıyorum kendime. Ama bunlar hep kardeşimin bedduaları biliyorum. ''Bir gün sen de benim gibi olacaksın.'' diyordu hep, sonunda oldu. Aslında olmam gereken kilomdayım ama alışık olmadığım için bana fazla geliyor. Bugünler de geçer elbet, eski kilomuza kavuşuruz. (Diye ümit ediyorum.)

13 Eylül 2010 Pazartesi

27 Ağustos 2010 Cuma

Yolculuk var..

Bu akşam Eskişehir yolcusuyuz. Anneanneyle dedeyi ziyaret edeceğiz. Bayrama kadar oradayız yani bir süre Eskişehir'den bildireceğim. :)
Bu da ilk Eskişehir ziyaretimizden. Kırkı yeni çıkmıştı daha. Ne kadar büyüdüğü fotoğraflara bakınca anlaşılıyor. Ne kadar da minikmiş. O zamanlar hiç öyle gelmiyordu. :)
Bu da Kaş tatilimizden dönüşte. Ben şaşkını tatil boyunca fotoğraf makinesinin şarjıyla sorun yaşadığım için pek fazla fotoğraf çekememiştim. Tatilin en önemli kısımlarının hatıralarını resmedemedim. Hatırlarız imşallah. Mesela Begüm ilk tekne gezisini bu tatilde yaşadı.(Buraya yazayım da unutmayım:) )

26 Ağustos 2010 Perşembe

Pes Etmenin Eşiğindeyim

Aman ne zormuş bu yatır kaldır. İlk 4 gün herşey iyi gidiyor gibiydi. Ama 4. günün gecesi herşey altüst oldu. Ben kendimi 1 haftaya odaklamıştım gerçi ama insan işlerin yolunda gittiğini, gelişme olduğunu görmek istiyor. Çok yorgunum ve de pes etmenin eşiğinden dönüp duruyorum.
Gece 23:00 civarı uyku öğünü veriyorum ve bundan sonra 4 saat uyumasını bekliyorum. Ama ne oluyor, hooopp Begüm Hanım 00:30'mızırdanmaya başlıyor ve arkasından gözler açılıveriyor. Yanına gitmeyince sesi gittikçe artıyor ve iyice uyanıyor. Fazla uyanmadan emziği verirsen dalıyor tekrar. Sonra kaçta uyanıyor peki? 02:30 civarında. Emziği veriyorum ağzına olmuyor, yatırıyorum kaldırıyorum olmuyor. Yaklaşık bir yarım saat uykunun eşiğine gelip bağırarak uyandıktan sonra ben pes edip emziriyorum. Sonra yatağa yatırıyorum emziği yine veriyorum, biraz bekliyorum başında, pışpışlıyorum biraz, bazen uyuyor. Uyumazsa uğraşmıyorum, yatıyorum ben, o mırıldana mırıldana uyuyor. Buradan çıkardığımız sonuç: Kuzucuk gün içinde yediğiyle doymuyor, bu eksik kalan enerjiyi alabilmek için gece uyanıyor ve var gücüyle çığırmaya başlıyor ki 'Yatır-kaldır'a takmış anne anlasın aç olduğunu da karnını doyursun. Annenin bunu anlaması üç günü buldu tabi ve bugün internette ufak bir araştırma yaptı 5 aylık bebeklerin beslenmesi hakkında. Sonuç:
  • Aldığı sürece anne sütü verilmelidir.
  • Günde iki öğün 210-240 ml hazır mama verilebilir.
  • Günde bir öğün mevsim meyvelerinin püre şekli verilebir.
  • Öğle öğününde sebze çorbası, iki tatlı kaşığı şeklinde başlanıp gün gün miktar arttırılarak verilebilir.(Sebze çorbası: 4 su bardağı su, 2 orta boy havuç, 1 orta boy patates konarak ağzı kapalı olarak pişirilir. İndirildikten sonra tel süzgeçten geçirilerek içerisine 1 tatlı kaşığı irmik ilave edilir, bir miktar pişirilir. (veya 4 su bardağı su, 2 orta boy havuç, bir orta boy patates, bir tatlı kaşığı pirinç konarak ağzı kapalı olarak pişirilir.) Bebek bu çorbaya alıştıktan sonra mevsim sebzelerinin diğerleri eklenebilir.
  • İkindi öğününde yoğurt, yine miktarı yavaş yavaş artacak şekilde verilebilir.(15:30-16:00)
  • Gece yatmadan önce muhallebi verilir, saat 20:00 civarı..
Diğer aylar için bakınız: http://www.cocukgelisim.com/beslenme.htm
4. ay kontrolümüzde doktorumuz sütümün besleyici olduğunu, belki 6. aya kadar sadece anne sütüyle idare edebileceğimizi.söylemişti. Ama yetmezse diye tavsiyelerini de eklemişti:
  • Doymazsa çok tatlı şeftali veya çok tatlı elma cam rendede püre haline getirilerek verilebilir. Belli bir miktar yok, ne kadar yerse.
  • İkinci seçenek biberonla mama verebiliriz.
  • Üçüncü seçenek kaşık maması hazırlayıp verebiliriz.
  • Dördüncü seçenek keçi sütünden taze yapılmış yoğurt.
Şindi ben hangi seçeneği deneyeceğim? Biberonla mamayı zaten arada, süt yetersiz geldiğinde veriyordum. Ama yaptığım alıntıya göre verdiğim miktar çok çok az. Önce bu miktarı arttırıp doyup doymadığına bakacağım. Aynı zamanda şeftali püresi de vereceğim bir öğün. Şeftaliyi zaten demir damlasıyla birlikte azar azar veriyordum, miktarını arttıracağım. Eğer bunlarla doymazsa da kaşık maması vereceğim.
Sonuçları önümüzdeki günlerde paylaşırım.şimdilik bu kadar.. :)

25 Ağustos 2010 Çarşamba

5 Aylik Begum

Begüm bugün tam 5 aylık oldu. Zaman çok hızlı geciyor. Bir bakmisim 5 olmuş, bir bakmisim 15 bir bakmisim 25...

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Yatır-Kaldır 3. Gün

İşler biraz daha düzene girdi. Begüm'deki değişiklik farkedilir dereceye geldi.
  • 3. gün 6:50'de uyandı. Biraz dolandık ortalıkta.
  • 7:10 da emdi. Sonra aktivite zamanı...
  • 8:40'ta yatırdım yatağına. Yatır kaldır yapmadan uyudu.
  • 10:30'da uyandı. Emzirmek için 11:00'a kadar bekledim.
  • 11:00'da emzirdim. Aktivite zamanımızı geçirdik.
  • 12:40'ta yatırdım. 12:50'de yatır kaldır yapmadan uyudu.
  • 14:55'te uyandı.
  • 15:00'da emzirdim.
  • 17:00'da yatırdım. Uyuyamadı. Son seferde biraz az emdiği için 'Aç mı acaba?' diye emzirdim. Sonra iyice koptu zaten. Saat de 17:45 olmuştu. Uyutmadım ben de.
  • Banyo zamanına kadar babaanneyle dedeyi ziyarete gittik. Daha erken döneriz diye düşünmüştüm ama kalkmamız 19:15'i buldu.
  • 19:30'da evdeydik. Banyomuzu yaptık. Babaannelerdeyken emzirmiştim zaten. O yüzden banyodan sonra yatırdım.
  • Tracy, ' Bebek mutlu görünüyorsa, yorgun görünmüyorsa akşamüstü uykusunu pas geçebilirsiniz. Ama bu sefer daha erken uyutmanız gerekir.' demiş. Biz biraz geciktik. Yorgun olduğu için zor uyur diye demiştim ama çok da zorlamadı. O da banyonun mayıştırma etkisi diye düşünüyorum. 20:00'da yattı. 20:15'te uyudu.
  • 22:30'da uyku öğünü. Gece 4:00'a kadar uyandırmasın beni diye bir uyku öğünü de 24:00'te verdim. Ama bizimkine kar etmedi. Yine uyandı 2:30 da.Emzirmedim tabiki. Uyutmam da çok uzun sürmedi.
  • Sonraki uyanması 4:30'da oldu. Önce uyutmaya çalıştım. Uyumayınca emzirdim. Uykusu biraz fazla dağılmıştı sanırım uyuyamadı. Ama benim uykum vardı, Biraz uğraştım, uyunayınca vurdum kafayı yattım, ama kulağım onda tabi. Mırıldana mırıldana uyudu. Hatta benden önce uyudu. :) Saat de 5:30 civarıydı.

Yattık-Kalktık 2. Gün

İlk günün gece kısmını yazmamıştım, onu yazayım sonra ikinci güne geçeyim.
Gece adeti olduğu üzere saat 2:00'da uyandı Begüm Hanım. 2:30 a kadar uyutmaya çalıştım ve başardım. Ama saat 3:00 da tekrar uyandı. Yine uyutmaya çalıştım yatırıp kaldırarak. Ağlaması devam edince aç olduğuna kanaat getirip emzirdim. Karnı doyunca sesi kesildi ama uyuması 4:15i buldu. Sonra sabaha kadar uyanamadı bir daha. Zaten sabaha da pek birşey kalmamıştı.
Gelelim ikinci güne:
  • İkinci gün sabahı anne de Begüm de yorgun olduğu için uyanma saati biraz kaydı. 7:30 da uyandık.
  • 7:40'ta emdi. Sonra aktivite zamanını geçirdik.
  • 8:40'ta yatağına yatırdım. 9:05'te uyudu.
  • 9:35'te de uyandı. Sonraki uyutma çalışmalarım başarıya ulaşmadı ve saat 11:00 olunca da emzirdim tekrar. Sonra yine aktivite zamanımızı oyunlarla değerlendirdik.
  • Uyku bastırınca 12:35'te yattı, 12:40'ta da uyudu. Yarım saat sonra uyandı. Uyutmam 20 dakikamı aldı, 14:15e kadar da uyudu.
  • 15:00'da emdi. Bu arada kaka yaptı, bezimizi değiştirdik. Aktivite zamanımızı geçirdik.
  • 17:00'de 45 dakikalık şekerlememisini yaptı.
  • 19:00'da emdi.
  • 19:30'da banyosunu yaptırdık.
  • 19:40'ta yataktaydı.20 dakika sonra yatır kaldır yapmadan uykuya daldı.
  • 22:20'de  uyku öğünü verdim.
  • Gece 2:30 da uyandı. Aç olduğunu düşünerek emzirdim.(Herhalde üşengeçliğime geldi uyutmayı düşünmedim bile:) )
  • 3:30'da uyandı yine. 'O kadar kısa sürede acıkmazsın numara yapma' diyerek uyuttum tekrar.
  • 5:30'da uyandı, Emzirdim yine.
İkinci gün de böyle geçti. İlk güne göre biraz daha uğraştırıcıydı. Uykuya daha fazla direndi, daha bölük pörçük uyudu. Uykuya bu kadar direnmesi, ikinci günün daha kolay olması gerekirken daha zor geçmesi yanlış mı uyguluyorum acaba diye dşündürdü beni. Ama yılmadım ve uygulamaya devam ettim. Eninde sonunda uyuyacak dedim, öyle de oldu.

20 Ağustos 2010 Cuma

Yatıyoruz-Kalkıyoruz 1. Gün

Eveett, sonunda uyku kampına girebildik. Aslında dün girecektik ama Begümkuş dün sabah 5:00'ten sonra uyumayınca(tabi ben de) kıyamayıp başlayamadım. Kuşumun kakası gelmiş onun derdinden uyuyamamış. 6:30-7:00 gibi yaınca kakasını rahatladı, uyku bastırdı. 5:00'ten beri uanık zaten, bir de dokuza kadar uyutmamam lazım, yavrucak harap olur diye uyuttum ben de. Sonra da vurdum kafayı ben de yattım. Bana da yaradı yani.Ama bugün kesin başlayacaktım. Uykusuz geçen yeni bir gece ve emerek uyuduğu halde emerek bile uyuyamayan Begümkuş kararımın daha da kesinleşmesini sağladı.
Şimdi gelelim arıntılara:
Tracy'nin de dediği üzere gün resmi olarak 7:00'da başladı. Zaten bütün gece yarım saat-bir saat aralıklarla emmiş olan Begümkuş çok da aç değildi. Ben de hemen dayamadım memeyi ağzına. Altını değiştirdim, salonumuzun perdelerini açtık, balkon kapımızı açtık oda havalansın diye, sonra balkona çıktık temiz hava aldık, çiçeklerimizi suladık, sonra da içeri girdik ve beslenme saatimize başladık. emmeye başladığında saat 7:10'du. Güç bela onbeş dakika  emzirdim. Sonra aktivite zamanına giirdik. Evimizi bir turladık. Babişin yanına gittik, baktık uyuyor geri geldik salonumuza. Balkona çıktık yine gelip geçen arabaları izledik. Sonra oyun halımıda biraz vakit geçirdik. Bu arada da anne kahvaltı yaptı. Sonra babişin yanına gittik, babişi uyandırdık. Biraz babişle oynadık. Sonra zaten uykumuz geldi mızırdanmaya başladık. Babişi öptük, 8:45'te yatağımıza yattık. oyuncağımızla bir-iki oynadıktan sonra mızırdanmaya başladık. Sonra sesimiz arttı ve anne devreye girdi. Yattık kalktık birkaç kez. Başlarda çok ağladık, kucakta susmadık. Ama Tracy Teyzenin sözünden çıkmadık, 3 dk sonunda ağlasak da yattık yatağa, sonra geri kalktık. 9:00'a doğru sesli ağlamalarımız mızırtıya dönüştü. Sonra da gözlerimiz kapandı gitti zaten. Ben daha zor olacağını düşünmüştüm ama beklediğim kadar olmadı. Kızıma hareketli bebek diyordum ben ama melek bebek mi yoksa? O bölümü tekrar okumak lazım. Günün geri kalan kısmı da şöyle geçti kısaca:
  •  10:40'a kadar kesintisiz uyudu.(1 saat 40 dakika) 20 dakika oyalandık.
  • 11:00'da emerek karnını doyurdu. Emerken kaka yaptı, bezini değiştirdim, emmeye devam etti. Beslenme saatimiz 11:40'ta bitti.
  • Sonra aktivite zamanı geliyor tabiki. Önce biraz köpekle konuştu,güldü eğlendi, sonra oyun halısına geçirdim. Yüzüstü ve sırtüstü oyalandı biraz.
  • 12:40'ta yatağa yatırdım. Bu sefer biraz daha uzun sürdü. Ama sonunda 13:10'da uyudu. Biraz huzursuz uyudu sanki, kaşlar çatık, arada yüzüne bir ağlama ifadesi yerleşiyor. İçime dert oldu mutsuz mu diye.
  • 13:50 de uyandı. 14:45'e kadar yatır kaldır yaptım ama uyumadı tekrar. Gözleri daldı gitti ama kapanmadı. Sonunda ben de pes ettim, kaldırdım.
  • 15:00'da emdi. Sonra altını değiştirdim.
  • Aktivite zamanında yine biraz oyun halısında takıldı, sonra kanguru içinde anneye eşlik etti.
  • 17:00'da şekerleme için yattı, uyudu, 17:20'de tekrar uyandı. Yat-kalk-yat kalk 17:45'te tekrar uyudu. Tracy başlarda programa dakikası dakikasına uyun diyor ama ben kıyamadım onbeş dakika yerine yarım saat uyuttum ve 18:15'te uyandırdım.
  • Sonra oyalandık biraz. 19:00'da tekrar emdi. 19:30'da banyo yaptırdım. Bamyodan sonra iyice uyku bastırdı, yüzünü ovuşturmaya başladı devamlı. Üzerini giydirdim, babası geldi. Babayı görünce uyku gitti, yerine gülücükler kahkahalar geldi(Babayı uyarmama rağmen. O da haklı bir açıdan özlüyor ama olan Begüm'e ve bana oldu.)
  • 20:00da yatırdım ve uyuması için 21:10'a kadar uğraştım.
Günün notları:
  • Kızım melek bebek galiba demiştim, yine büyük konuştum ve yine uyarı şak diye geldi. O kadar uyarı yemişken hala neden büyük konuşmakta ısrar ediyorum onu anlamıyorum.
  • Yatırıp kaldırmaktan, yatınca da pışpışlamaktan belim büküldü gitti. Notre Dame'ın kamburuna rakip olabilirim yakında.
  • Her zaman emerek uyuyan çkcuk bir kere bile uyumaya teşebbüs etmeyerek beni şaşırttı.
Şimdilik durum bu. Bakalım gecenin ilerleyen saatlerinde ve yarın nelerle karşılaşacağız..

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Yatcas, kalkcas, yatcas, kalkcas...

Düne gece yine uzun gecelerden biri oldu. Ben yattıktan 30-45 dakika sonera Begüm uyandı. normalde ik uyumasından sonra 4 saat uyurdu. Bu sefer 3 saat uyudu. Sonra da 1-1,5 saatte bir uyandı. Emzirip yatırdıktan sonra nasıl yattıysam artık, Begüm'ü emzirirken uyyakaldım diye telaşla uyandım birkaç kez, baktım  Begüm yatağında.. Sabah da kesin kararımı verdim. Yarın başlıyoruz 'yatır-kaldır'a.. Zaten ne zamandır aklımdaydı. Ama yine sabrımın sınırına gelmeyi bekledim.
Kaç gündür doğru dürüst uyuyamıyordum. Sabah biraz dinleneyim diye Begüm'ü babaanneye gönderdim. Babişe de söyledim 'Yarın uyku kampına giriyoruz. ' diye..
Begüm üç aylıkken falan denemiştim bir kez. Başarılı da olmuştum. Yöntemi yanlış uygulayıp sonra Begüm'ün tepkisine göre doğruyolu bulmuştum tabi. Üç aylık bebeklere yatır kaldır uygulanmıyormuş. Artık Begüm 4,5 aylık. Yatır kaldır uygulama zamanı geldi. Yorucu olacak biliyorum, hatta belki öncekinden daha fazla ugraşacağım ama sonuç güzel olacak, hem benim için için, hem Begüm için.. (yani öyle ümit ediyorum)
Deneyimlerimi yarından itibaren anlatırım.Bir uyku günlüğü de benden :)
Şimdi biraz log karıştırayım, bakayım kimler neler yapmış, neler önermiş...

10 Ağustos 2010 Salı

Yeni cicilerimiz

İki üç hafta önce gündemimizde bebek taşıma gereçleri vardı. Daha önce 'Gitti-gidiyor'dan halka sling almıştım. Ama pek kullanamadım. Begüm ilk doğduğu aylarda Begüm'ü içine yerleştirdiğimde pek rahat görünmedi, sırtı aşırı derecede büküldü. Bilmiyorum, belki normali oydu, belki de ben yanlış yerleştirdim, yanlış kullandım. Begüm de içinde pek rahat edemedi ki mızırdanıp durdu. Biraz daha büyüyünce tekrar denedim, bu kez oturur pozisyonda. Ama yine bir süre sonra mızırdanmaya başladı. Belki biraz ısrarcı olsam o da ben de alışırdık ama benim de içime pek sinmedi. İstem dışı tek elimle devamlı destekliyordum.Ben de rahat edemedim yani.
Böylece yeni bir arayışa girdim. Mei tai slinle Damla'nın sitesinde gördüğüm Ergo baby arasında kaldım. Sonunda da Ergo baby'de karar kıldım.
Uzun zamandır almak istediğim oyun halısı vardı bir de. İnternetten araştırıp mağazanın birinde incelemiştim. Ama kapalı ürünün ellerinde olmadığını söylemişlerdi. Hazır sipariş vermişken onu da alayım bari dedim. Yanında da bir adet diş kaşıyıcı ile Fisher Price'ın Türkçe konuşan köpeğini aldım.Aldıklarımı da Begüm'den çok ben ve babası, ama en çok ben beğendim. Ne de olsa ben seçtim :)

9 Ağustos 2010 Pazartesi

4. Ay Kontrolü

Cumartesi doktor kontrolümüz vardı. Kilomuz 3800gr,boyumuz 66 cm olmuş. Kilomuz da boyumuz da normalin üzerinde. O yüzden ek gıdaya gerek görmedi doktorumuz ama ek gıda hakkındaki tavsiyelerini de verdi. Eger aç olduğunu düşünürsek çok tatlı elma püresi veya çok tatlı şeftali püresi vereceğiz. Olmadı kaşık maması vereceğiz, olmadı biberonla verdiğimiz mamayı vereceğiz. O duruma düşmeyiz sanırım. Meyve püresinin miktarı için sınır koymadı, ne kadar yerse dedi.
Gelelim 4. ay marifetlerimize:
  • Gece uykularımız 4 saate çıktı. Tabi bu 4 saat dediğim uykular sadece ilk yattığında oluyor. ilk uyanma sonrasında iki saat aralarla uyanıyor. Bana pek normal gelmiyor tabi bu durum. Bir Tracy denemesiyle bu sorunun üstesinden geliriz sanıyorum ama gece boyunca beslememek de doğru mudur ona karar veremedim.
  • Sırtüstü yattığında sağa ve sola dönebiliyor. Bir kere de tam tur döndü ama tesadüfen oldu bence.
  • Artık oyuncaklarını tutabiliyor ve eline geçirdiği herşeyi ağzına götürüyor.
  • Önceden bütün elini ağzına götürüyordu. Artık parmaklarını götürüyor. Genellikle işaret parmağı oluyor bu, bazen işaret ve orta parmağını birlikte götürüyor.
  • Bugünden itibaren ayağını tutmaya başladı. Ağzına götürmesi yakındır sanıyorum :)
  • Ani bir ses olduğunda veya ismini söylediğimizde sese doğru bakıyor.
  • Baby Center'a göre bu ay temel kelimeleri öğrenmeye başlıyormuş. 'mama', 'dada' gibi sesler çıkartabiliyormuş. Begüm de geçenlerde bir gün 'mam' demişti, ertesi gün de 'dam' dedi. şimdilik başka değişik ses yok. :)
  • Bir de yoldan geçen arabaları seyretmeye bayılıyor. Kafasının etrafında birşey çevirdiğimde onu takip ediyor, sağ tarafta kayboldukan sonra sol taraftan görüneceğini tahmin edebiliyor.
Bunlar da fotoğraflarımız. Gördüğünüz üzere elimize geçen doğruca ağzımıza gidiyor.
(Bu arada bu şekilde oturtmamamız gerekiyormuş. 5.5-6 aya kadar oturtmak yokmuş.)


7 Ağustos 2010 Cumartesi

50 kere söylersen olurmuş

Sonunda oldu. İlk kez ateşimiz çıktı. Rahat bir nefes alsınlar çünkü söyleye söyleye oldurdular ( süt ve mama meselesinde olduğu gibi). Çok beklenmedik birsey değil aslında. Dün ası oldu Begum, karma aşısını. Aşıdan sonra ateş cikabiliyormus, bugün doktorumuzun dediğine göre bogmaca asisi ateş yapıyormuş. Yani ateş beklenmedik birsey değil, zaten kafama taktiğim da o değil. Kafama taktiğim cevremdekilerin beni delirten tavrı. Ne zaman biryere gitsek 'Aman ateşi çıktı mı?' 'Hasta oldu mu?' Ya neden hasta olsun cocuk?
Zamanımda da süt ve mama konularında boylelerdi. 'Sutun az mı?' 'Mama mı versek?' diye diye sutum de azaldı, mama da verdik. Ben çok rahat ve genelde pozitif bir insan olduğum için çevremdekilerin bu pimpirikli hali canımı sıkıyor.

29 Temmuz 2010 Perşembe

Sil Baştan..

Daha doğrusu sildim, baştan...
Saf ben bloga ait mail hesaplarımı karıştırırken, ikisi fazla birini sileyim derken (o biri de gmail olan) maillerimin blogla bağlantısını da sildim ve pembe puantiyeli pantolon bloguma ulaşamıyorum artık. Yeni kayıt yayınlayamıyorum orada. Ben de yeni blog açayım bari dedim. Şimdi de eski blogda yazdıklarımı teker teker buraya ekleyeceğim. Kolay gelsin bana... :(